8 Eylül 2013 Pazar

İçimizdeki Tokyolular :)

İçimizdeki Tokyolular :)

Beşinci kez katıldığımız Olimpiyat yarışında İstanbul'umuzun rakipleri ekonomik sıkıntılarıyla bilinen İspanya'nın Madrid'i ile nükleer felaketin sarsıntılarını hâlâ tam atlatamadığı düşünülen, daha doğrusu bizim öyle sandığımız,Japonya'nın Tokyo'suydu. Yarışı kazanan, daha önce de Olimpiyatları düzenleyen Tokyo olurken kaybeden Madrid ile İstanbul oldu. Bu Japonlar, yaman adamlar vesselam... :)
İşin teknik kısmını elbette bilemem. Ama yine de gerçekten önemi hak eden Olimpiyatları, en az rakiplerimiz kadar önemsediğimiz ortada. Ortaya koyduğumuz para ve yapmayı planladığımız tesisler arzumuzun ispatı bir yerde. Ama yetmedi. Aslında basına yansıyan tanıtım videolarına göre biz daha iyiydik! :) Şaka bir yana... Sadece bu tanıtımlardan yola çıkınca "Masa başında mı kaybettik acaba?" sorusu aklımıza gelebilir. Ve bu soru, asıl sorunların üstünü örtmemize neden olabilir. Şapkayı önümüze koyup düşünmek daha mantıklı.
İlk turda Tokyo direkt finale kalırken, İstanbul ile Madrid beraberliği bozmak için bir kez daha oylamaya katıldılar. Ve İstanbul finale kaldı. Finaldeyse hepinizin malumu, kaybettik. Bundan bahsetmemin nedeni kaybedişimizin nedenini komplo teorileriyle açıklamaya çalışanlar olmasıdır. Yenilgimizi Müslüman bir ülke olduğumuz için dünyanın bizi sevmemesine bağlayanlar var... Bu doğru olsaydı, finale kadar gelmemiz mümkün olabilir miydi acaba?
O bakımdan ikinci tur için Madrid ile yarışmamızın ve onları geçmemizin Allah'ın bir lütfu olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde kendimizi kandırmaktan kurtulduk bence. Müslüman karşıtı olan bir sistemin Madrid varken İstanbul'u finale taşımayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Demek ki mesele Müslüman karşıtlığı falan değil! Yine aynı sistemin daha önce bize birçok organizasyonu verdiğini ve bizim de üstesinden geldiğimizi belirtmekte fayda var. Uzanamadığımız ciğer olayına çevirmenin bir anlamı yok! Haydi daha çok çalışmaya... :)
Bir başka nokta... Olimpiyatları alamamıza sevinmek... Evet, maalesef Olimpiyatları alamadığımız için üzülen milyonların aksine bir de açık açık sevinen hatta kutlama yapanlar var. Bunun nedeni ise Olimpiyatların da ülkemizdeki her şey gibi siyasi malzeme olmaktan kurtulamaması. :)
Gerçekten insanları spor sevgisiyle birleştirmek amacında olan Olimpiyatlar, bizim insanlarımızı ayırdı. Ya da bizim insanlarımız ayrılmak için bir bahane daha üretti... Ne trajik bir durum? Dünyada bu işler nasıl oluyor acaba? Mesela İspanyollar sevindi mi kaybetmelerine? Öyle ya ekonomik sıkıntıları var... Yoksa Japonlar'ın kazandıklarında gözlerinden akan yaşlar sevinç gözyaşları değil miydi? Acaba adamlar "Allah kahretsin, gene kazandık!" mı diyorlardı içlerinden? :) Kim bilir belki de... Nitekim yapılan anketlerde ne Japonlar ne de İspanyollar bizim kadar istemiyordu Olimpiyatları!
Kanunlar çerçevesinde insanların şiddet ve ahlaksızlık dışındaki eylemlerine toleranslıyımdır aslında. Sonuçta demokratik bir ülkedeyiz... İnsanlar istediklerini savunabilir, savunabilmeli! Aynı mantıkla yapılanın yanlış olduğunu söylemekte de beis olmamalı. O bakımdan tümüyle ülke menfaatine olan bir şeye karşı çıkmanın mantığını anlamakta zorlanıyorum...
Tanıtım videosunda her kesimden insan olmasına rağmen "Bak bak, kendileri bile türbanlı koymamışlar!" diye yalan haber yapanların amacı ne olabilir? Hele hele planlanan tesisler hakkında "Daha sonra kullanılacak mı ki?" gibi cümleler kurarak ahkâm kesen sözde spor adamlarının asıl derdini merak ediyorum... İspanya'da Olimpiyatlar'a bu derece karşı olan spor adamı var mıdır? Hatta Japonya'da, Tokyo'da İstanbul'un adaylığına bu kadar karşı olan spor adamı var mıdır? Merak ediyorum...
Ayrılmak isterseniz, yeterince neden bulursunuz. Birleşmek isterseniz yine ve daha fazla neden bulursunuz... Ancak her fırsatta nifak tohumları ekmek... Bu yol, yol değil! Hem "öz eleştiri yapmak istemeyenler"e hem de "içimizdeki Tokyolular"a duyurulur...

6 Eylül 2013 Cuma

Daha Da ODTÜ'ye Gelmem! :)

Daha da ODTÜ'ye gelmem! :)

Dünya her geçen gün daha karmaşık bir hâle geliyor. Her geçen gün biz insanlar dünyayı yaşanılamaz hâle getiriyoruz. Özellikle Ortadoğu'da yaşananlar insanı korkutuyor. Yazın başında ülkemiz de bir kaosa sürüklenmek istenmişti. Şükür ki "kem göz" sahiplerinin kuytularda ettiği dualar kabul olmadı, oyunlar tutmadı. Ve biz son baharın bu ilk günlerine dünyadaki konjonktüre göre daha huzurlu bir durumda girdik...
Fakat çok sürmedi. 2013'ün ikinci yarısında... Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinde... Ankara'nın orta yerinde... Ülkemizin en büyük, en gelişmiş hatta "muasır medeniyetler seviyesine en yakın olan" üniversitelerinden birinde... Birkaç aklı evvel kendisine yapılmak istemedikleri şeyi başkalarına yaptılar.
Kendilerini "ilerici" olarak tanımlayan gençler, her üniversitede her kesimden insanların yaptığı etkinliği yapmakta olan türbanlı öğrencileri protesto etti. Karşılarındakinin öğrenci olmadıklarını iddia eden bu gençler, daha da ileri giderek her fırsatta eleştirdikleri polislere özenerek kimlik sordular. Özürlerinin kabahatlerinden beter olduğunu unutarak türbanla sorunları olmadıklarını belirtip, sözde ODTÜ'deki yurtları kötüleyerek öğrencileri kendi yurtlarına yönlendiren cemaate karşı olduklarını belirttiler. Sonra güvenlik çağrıldı ve türbanlı öğrenciler-reklamcılar-insanlar, ne derseniz deyin,  kampüs dışına çıkarıldı.
Üniversite odaklı hemen her eylemde dövizlerde kendine yer bulan bir slogana değinmek istiyorum: "Üniversiteler Öğrencilerindir!" Buna kim itiraz edebilir? Fakat üniversiteler hangi öğrencilerindir? Sadece ve sadece bağğzzıı öğrencilerin mi? Yoksa bağğzzıı üniversiteler bağğzzıı öğrencilerinken bağğzzıı üniversiteler de başka bağğzzıı öğrencilerin mi? :) Yoksa bütün üniversiteler, bütün öğrencilerin mi? Tabii ki aklın, bilimin ve de özgürlüklerin öncüsü olmak durumunda olan bütün üniversiteler bütün öğrencilerindir, komplesinin! :)
Birilerinin fikirlerini beğenmeyebiliriz. Hatta nefret dahi edebiliriz. Ancak haddimizi bilmeliyiz.Voltaire'in "Düşüncelerine katılmıyorum ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim. " sözünü kopyala yapıştır yaparak kondurmanın tam yeri aslında. :) Çünkü fikirden geçtim, savunma hakkına dahi saygı yok. Ama felsefe yapmaya da gerek yok. İlkel bir şekilde bütünüyle saf çıkarcı eğilimle yaklaşmamız dahi yetecektir yapılanın yanlış olduğunu anlamaya. Bu bağlamda "kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkasına yapmamalıyız" demek bile kâfidir, olmalıdır!
Aynı faaliyetleri başka gruplar da yaparken türbanlıların hedef olarak seçilmesini normal karşılayarak protestoculara destek olanlardan bir an için "empati" yapmalarını rica ediyorum. Gerçekten ODTÜ'de yaşananların, daha başka bir üniversitede yaşandığını düşünün. Ve sadece söz konusu gençlerin repliklerini değiştirdiğimizi var sayın. Sadece bir an için... Eğer bu bir anlık "empati"den sonra hâlâ bu olaydaki protestocu gençlerin tepkilerinin makul, yerinde bulabiliyorsanız... "Vay hâlimize!" demekten başka diyecek bir şey yok... Çünkü nefret içimize işlemiş demektir!
Her şeye rağmen olaylara iyi taraftan bakmakta fayda var. Gerçekten sosyal medyadan takip edebildiğim kadarıyla birçok kişi olayın "tatsız" olduğu konusunda hem fikir. Taraflı tarafsız herkes çıkış noktası ne olursa olsun hadlerin aşıldığının, belli bir gruba yönelik ayrım yapıldığının farkında. Bu çağda hem de üniversitede böyle bir olayın olması çoğunluğu rahatsız etmiş. Bu demek oluyor ki toplum düşmanlığa teşne değil! Bu demek oluyor ki toplumda aklı selim hakim... Bu demek oluyor ki "yaşam tarzı" mücadelesi münferit olaylarla sınırlı... O yüzden bu münferit olayın da unutularak "Daha da ODTÜ'ye gelmem!"e vardırılmayacağını düşünüyorum... :)

5 Eylül 2013 Perşembe

(Y)akaryakıt Kutuplaşması

(Y)akaryakıt kutuplaşması
Mısır olayları, Suriye'ye müdahale derken yükselmeye zaten meyilli akaryakıt fiyatları tavan yapmış, 5 TL'ye ulaşmıştı. Gerçekten fiyatlar psikolojik sınırı da aştığı için akaryakıta, "yakaryakıt" diyebilirdik artık. :)
Arabası olmayıp da almaya niyeti olanlar bu niyetlerinden bir kez daha vazgeçti, benim gibi. Tabii bekâra karı boşamak kolay! :) Ama akaryakıt fiyatlarının bu önlenemez yükselişi arabası olanları da alternatif araçlar bulmaya itti. Gerçekten imkânı olanlar toplu taşıma araçlarına yöneldi. Gerek olmadıkça araç kontakları kapalı kaldı.
Hâl böyleyken, akaryakıt fiyatlarında bir değişiklik daha oldu. Yoldan çevirdiğimiz yüz kişiye bu  değişikliğin ne olduğunu sorsak, tek popüler cevap alırdık şüphesiz: ZAM! Ancak akaryakıt fiyatlarındaki değişikliğin nedeni bu kez zam değildi. İnanması güç, çok küçük ama değişikliği nedeni indirimdi.!
Peki ne oldu da ahir ömrümüzde akaryakıt indirimi gördük, görebildik? Öyle ya Mısır'da hayat normale dönmüş değil... Suriye'de yaşananlar ortada... Bizde de bir farklılık yok! Tasın da hamamın da durumu evvelkiyle aynıyken, eniştemiz bizi neden öptü ki şimdi? Hayır, alışık olmadığımız için insan korkuyor. Sanki sabah uyandığımızda yapılan indirim misliyle zam olarak revize edilecek gibi geliyor insana... :)
Nedenini niçinini hâlâ öğrenemediğim bu garip indirim sonucu irili ufaklı bütün akaryakıt şirketleri irili ufaklı indirimlere gittiler. Hakikaten zamlarda olduğu gibi indirimde de ortak bir meblağa rastlamak mümkün değil. Yine de ortalama 12 Kuruşluk bir indirim yapıldı. Meblağ insanlık için küçük olabilir ama nerdeyse her sabah yeni bir akaryakıt zammıyla uyanan bizim için büyük bir adım! :)
Başka ülkelerde insanların günlük yaşantılarında başlarına gelen olaylar karşısındaki tepkilerinin çeşidini, kutupların sayısını bilmiyorum. Ancak bizde tepkiler, kutuplar her geçen gün azalıyor, bir kalıba giriyor. Var olan kültürümüze ve içimizdeki gökkuşağı aşkına rağmen farklı fikirlere tahammülümüz yok. Muallakta kalmaktan milletçe hoşlanmıyoruz anlaşılan. Bir insanın gri olmasını kabullenemiyoruz. Taraf olmayanı bertaraf olmaya zorluyoruz. Ve her geçen gün saflarımızı daha da ayırıyoruz. Korkarım ki yakında sadece iki kutuptan oluşan ve birbirinden ak ile kara kadar farklı olan bir toplum olacağız... Özellikle son yıllarda ivme kazanan bu kutuplaşma meylimizden olsa gerek gündelik her olayda olduğu gibi akaryakıt fiyatları konusunda da birbirine zıt iki noktada kümelenmiş durumdayız.
Söz gelimi 12 Kuruşluk indirime ölümüne burun kıvıranlar var. Bunlar iki kutbun birincisine mensuplar... :) Elbette aman aman bir durum yok. Bugüne kadar yapılan zamlar karşısında bu indirim devede kulak bile değil. Dişimizin kovuğunu bile doldurmaz yani... Kabul! Ama 2 Kuruşluk zam da bile yaygarayı koparanların 12 Kuruşluk indirime sevin(e)meseler bile sessizliğini korumalarını beklemek çok büyük bir beklenti mi acaba? :)
İkinci kutup da en az ilki kadar uçlarda... Fakat tam tersi istikamette. Haber kanalları özellikle fiyatların "psikolojik sınır"ın altına düşmesinden dem vuruyorlar... Bu ikinci kutupsa 12 Kuruşluk indirime "ücretsiz akaryakıt" kuyruğunda yer bulmuşçasına seviniyorlar. Sevinmeyip de ne yapsınlar? 4.99 TL, 5.00 TL'den büyük olduğuna göre. Matematik yanılmaz ya hani... Zaten bu mantıkla özel sektör tarafından soyulmaya alıştığımızdan... Varsın bir de devletimiz tarafından göz göre göre kandıralım... Değil mi ya?

2 Eylül 2013 Pazartesi

Rengârenk Merdivenler

Rengârenk merdivenler

Birkaç gün evvel Beyoğlu'nda bir merdiven, bir mühendis tarafından sırf "insanlar gülümsesin" diye rengârenk boyandı. O merdivenleri çıkmanın nasıl bir kâbus olduğunu kullananlar bilir. Ben de Beyoğlu'na yolum düştüğünde kullanmıştım birkaç kere. Merdivenin sonuna geldiğimde iki kilo kaybettiğimi sanmıştım! :)
Mahalleliler, günlük yaşamdaki zorluklarına en basit tabiriyle "renk katan" bu değişikliği memnuniyetle karşıladı. Üstelik sadece mahalle sakinleri değil bu haberi duyan herkesin yüzüne bir tebessüm yerleşti. Merdiveni görenler fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedi. Hatta merdiven yerli yabancı turistler tarafından ziyaret edilmeye başlandı. Olay bundan ibaretti... Belki bir iki gün daha gündemde kalacaktı. Belki bir iki yerde daha buna benzer uygulama görecektik... Ve belki de bir süre sonra boyalar kendiliğinden silinecekti...O kadar!
Haberin ardından on iki saat daha geçmedi ki merdivenlerin kimliği belirsiz kişilerce griye boyandığı haberi geldi. Çok geçmeden en büyük şüpheli Beyoğlu Belediyesi, şikâyetler nedeniyle merdivenleri griye kendilerinin boyadığını kabul etti. Neyse ki belediye, "dediğim dedik, çaldığım düdük" demeyerek mahalleden birkaç kişiyle görüşerek "renkli merdiven"e yeşil ışık yaktı. Ancak iş işten biraz geçmişti. Çünkü derdi hatta hobisi bağcı dövmek olanlar çoktan iş başındaydı!
Her ne kadar zararsız bir uygulamaya başlangıçta engel olunmaya çalışılmışsa da bu yanlıştan dönülmüştür. Hatta uygulamaya destek olunmuştur. Savaşta dahi "aman" diyene el kalkmazken, hatasından dönen ve sizin fikrinizi savunan birinin zihniyetinden şüphe etmek, yaşam tarzını sorgulamak ne derece doğru? Fırsattan istifade edip insanların değerlerine saldırmak, memleket için kıymetli olan şahsiyetlerin ve devlet büyüklerinin orasını burasını boyayarak yaratıcı eleştiri adı altında hakaret etmek ne derece doğru? Dahası her şeyi siyasi malzeme yaparak insanlarımızı yine yine yine bölmeye çalışmak neye yarar? Anlamış değilim!
Esasında ortada bir sıkıntı var. Sonuçta boyanan merdiven kamu malı. Ve önüne gelen kamu malında istediği değişikliği yapamaz, yapmamalı. Zaten Beyoğlu Belediyesi'nin çıkış noktası da bu. Ancak! Ancak burada kamu yararını gözetmeliyiz. Dahası kamu zararı var mı ona bakmalıyız! Bir iki şikâyet var diye güzelliklere karşı olursak dünya yaşanacak yer olmaz. O bakımdan ilk tepki fevri, ikincisi yerinde diyebiliriz.
Gerçekten insanın ayağında derman bırakmayan yorucu, sıkıcı ve renksiz bir merdivenin dinlendirici, keyif veren ve de rengârenk bir hâle getirilmesinin kime ne zararı olabilir? Yoksa bu şikâyetçiler madalyonun öbür yüzündeki bağcı dövme hobisi olanlar mı?
Görünürde bir neden bulamıyorum ben. Ama gökkuşağı renklerinin LGBT'lileri temsil ettiği için bundan rahatsız olanlar var... Gerçi merdiveni boyayan mühendis yaşını başını almış bir beyefendiye benziyor. O taraklarda bezi olduğunu sanmıyorum. Zaten, "İnsanlar gülümsesin..." diye yaptım demiş. Yine de okuma yazma bilmeyen annemin türbanına siyasi simge muamelesi yapılan ülkemizde böyle bir şeye şaşırmadım doğrusu. :) Ancak velev ki öyle olsun... Velev ki gökkuşağı renkleri birilerinin simgesi olsun! Ne çıkar? Pire için yorgan yakılır mı?
Büyük bir krize dönüşmeden gündemden ağır ağır çıkacağına inandığım bu merdiven boyama olayının en güzel yanıysa Ahmet Haşim'in Merdiven şiirini hatırlatması belki de... Gerçekten sosyal paylaşım sitelerinde, zaman zaman sözleri değiştirilse de, üstadın şiirini görür olduk. Ne diyordu üstat:
"Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
...."

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...