27 Ekim 2015 Salı

Ulusa Seslenişim Ama Bölük Pörçük! ;)




Mobidik'te e kitap olarak yayımlanan kitabıma buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Kitap hakkında kısa bilgi...

Bu kitabı yazdım. (İnsan söylerken bile tüyleri diken diken oluyor. Evet, yazdım. Yazdım, ben yazdım! ;) ) Çünkü yıllarca bir köşede biriktirdiğim fikir kıvılcımlarının kaybolup gitmesine göz yumamazdım. Bunları değerlendirmeliydim. Ancak her fikirden bir eser çıkarmaya ne ömrüm ne yeteneklerim yetecekti. Mecburen edebiyatımızda da örnekleri olan bir yolu seçtim. Ancak yazarken fark ettim ki bu yöntem bir tür “ulusa sesleniş”. ;) Gerçekten kitapta bir devlet başkanı gibi belli konularda fikirlerimi beyan ediyorum. Tek farkı devlet başkanı genelde televizyonu kullanıyor bense yazıyı. ;)

21 Ekim 2015 Çarşamba

Aziz Sancar: Son Türk, En Türk! ;)



Geçen hafta Aziz Sancar, Nobel Kimya Ödülüne layık görüldü. Bildiğiniz üzere bu ödülü daha evvel edebiyat dalında Orhan Pamuk almıştı. Yani Aziz Sancar, bu ödülü alan ikinci Türk vatandaşı. Medyadan takip edebildiğimiz kadarıyla hak ettiği bir ödülmüş. Zaten kendisi de bekliyormuş. Ama çok da gerekli değilmiş... Gerçekten onun yaptığı şeylerin yanında böyle bir ödülün anlamı kalmıyor... Mesela ödül aldığı çalışmasının sonunda kansere çare bulunabilecekmiş... İşin kendisi, ödül gibi zaten... ;)

Ödülü, ödüle giden yolda yaşadıklarını, bilimsel çalışmalarını konuşmak yerine başka, bambaşka şeylere odaklandık. Ödülü görmezden geldik. Gören duyan da sanki her hafta bir insanımız hatta bazen haftada iki insanımız Nobel ödülü alıyor sanacak. Ama yapacak bir şey yok. Sonuçta söz konusu bilim. E bizim de bilimle kimyamız pek uyuşmuyor, değil mi? ;)

Aziz Sancar, ödül alana kadar yüzlerce makale yazmış, onlarca kitap yazmış, bir sürü bilimsel çalışma yapmış, Amerika'da öğrencilere yardım etmek için vakıf kurmuş, daha eneler neler... Fakat hiçbirimizin bunlardan haberi yok. Ne zaman ki ödül aldı... Biraz kıymete biner gibi oldu. Biraz diyorum çünkü çok geçmeden konudan büsbütün uzaklaştık yine. Bilimsel çalışmaların yüceltildiği bir ödülden ırkçılık sohbetlerine vardık. Sadece biz de değil... Uygar Batı da yaptı bunu. En art niyetli sorularını salağa yatarak sordular adamcağıza... Ama adam yemedi tabii. Sonuçta ödüllü bilim adamı! ;)

Gerçekten BBC ödül alan Aziz Sancar'ı aradığında ilk olarak ödülü mödülü değil de milliyetini sordu. Bu konuyla ilgili olarak "Bana 'Arap mısınız, kısmen mi Türk'sünüz' diye sorarak saygısızlık yaptılar. BBC'ye söyledim, 'Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum, ben Türküm' dedim." diye konuştu hocamız. 

Röportaj nasıl yapılır, neler sorulur bilmiyorum. Fakat böyle bir ödül alan adama da sorulacak ilk soru "Kürt müsünüz, Arap mısınız?" olmamalı herhâlde. Hele de adam Türk vatandaşı ise. Hele de bununla övünüyorsa... Hele de aldığı ödülü Türk Evi'ne bağışlamayı düşünüyorsa... Bütün bunlar düşünülünce bu soruya kızmamak elde değil. Aziz Sancar da kızıyor. Adeta unuttuğumuz bir şeyi, Türklüğün ırkla alakalı olmadığını, hatırlatıyor. Ve bakın o soruyu soran için ne diyor: "Kızıyorum ona, çünkü bunlar Allah’ın gavuru, orayı karıştırdılar yüz yıl önce, hâlâ karıştırıyorlar. İngiltere’de kaç çeşit etnik grup var, ben sana soruyor muyum? ABD’de Katolik’i var, Alman’ı, İngiliz’i var. Nerelisin deyince 'Amerikalı' diyor, o kadar. Onlar illa yok Kürt müsün, yok Arap mısın?" Haksız mı? Tabii ki değil. E peki burayı karıştıranların amacını anlamak için illa Nobel ödüllü bilim adamı mı olmak lazım?

Bizden biri uluslararası ödül falan alınca durup bir düşünüyoruz. Sütten ağzımız yandığı için ön yargılı yaklaşıyoruz. Ondan olsa gerek böyle bir ödül alan birinden ülkeyi zora sokabilecek cümleler bekliyor insan. Aynı şey Aziz Sancar'da da oldu. Hele memleketini falan da öğrenince... "Bu ödülü yalnız ama güzel ülkemde zulme maruz kalan halklara armağan ediyorum falan filan..." demesini bekledik... Ama o da ne? Adam tam aksi şeyler söylüyor. Hayır, bilim adamı olduğu için deli falan deyip geçiştirmek de olmuyor! ;)

Her daim kutuplaşmaya hazır milletimiz bu konuda da baştan saflarını hazırlamıştı. Ama Aziz Sancar konuştukça saflar yer değiştirdi. Başlangıçta onu ve çalışmalarını sahiplenenler ile ona mesafeli duranlar şu anda tamamen yer değiştirmiş durumda. Bu durum kutuplara ayrıldığımızın bir başka kanıtı. Gerçekten söylediklerimizin ya da yaptıklarımızın bir önemi yok artık. Hangi tarafta olduğumuz önemli, maalesef! Oysa kutuplaşmak bize çok zarar veriyor. Şahsen Aziz Sancar'ın milliyetinin benim için önemi yok. O benim için ne Kürt, ne Arap, ne de Türk! O, çok zor da olsa hak ettiği yere gelen çok zeki bir insan. Ben asıl bununla gurur duyuyorum!

19 Ekim 2015 Pazartesi

Zekânın Önemi



Dünyayı daha iyi bir yer haline  getirenler üstün zekâlı veya normal zekâlı insanlardır. Dünyayı daha kötü bir yer haline getirenler ise bilinenin aksine geri zekâlılar değil sadece ve sadece normal zekâlı insanlardır.

16 Ekim 2015 Cuma

Yöneticilere Dair



İyi yönetici işi yapacak adamı seçmeyi, kötü yönetici işi batıracak adamı kayırmayı bilir!

Amigo Aydınlar



Toplumun bu kadar kutuplaşmasının en büyük nedeni, aydınların amigoluğa soyunarak sadece "taraftarlarının eşlik edeceği gerçekleri hatta bazen de yalanları" dile getirmesidir.

Eleştiri


Eleştirilerimizin eleştirdiklerimize bir katkısı yoksa sadece kıskançlıklarımızı dile getirmiş oluruz!

15 Ekim 2015 Perşembe

Takımımız, Milli... Ya Acılarımız?



İnsanlar, Google'da bilmem neyi ararken rastgele karşılarına çıkmış da olsa kendilerine has sebeplerle bir blog yazısının sonunu getirebiliyor, blog yazarının başka yazılarını da merak edebiliyorlar. Karşılarına bir daha çıkınca okumakla yetinmeyip yazarı düzenli takip edenler bile oluyor...

Bunun birçok nedeni olabilir. Ancak bir blog yazarının bunu sağlayabilmesinin yolu yazdığının insanlara yararlı olması ve belki de daha önemlisi zeki bir mizahla süslenmiş bir üslup kullanmasıdır! Bunu blog yazarlığına başlamadan önce okuduğum yazılardan öğrenmiştim. Nihayet blog yazarlığına başlayınca bunu tecrübeyle de sabitledim. Gerçekten hangi konuda yazarsa yazsın, bir blog yazarının yazdığının okunabilmesi için fayda ve mizah olmazsa olmaz...

İyi hoş da... Bazen blog yazarının ilgi alanı buna el vermiyor... Yani yazdığı konunun çok az insana katkısı olabiliyor ya da yazdığı konu mizaha uygun olmuyor... İşte o zaman işler çıkmaza giriyor.

Ben de son birkaç aydır bu çıkmaza girdim. Gerçekten bolca zamanım olmasına ve insanlara faydalı olacağını inandığım fikirlerim olmasına rağmen bir türlü yazamadım. Çünkü son birkaç aydır değinmeden edemeyeceğim konulara, mizah hiç yakışmıyor! Mizahtan vazgeçtim ben de. Azıcık da olsa faydalı olacağına inandığım yazılar yazdım daha çok.

Her şeye rağmen geçen hafta ortasında mizaha elverişli bir iki yazmak istediğim konu oldu. İlgi alanıma da uygundu. Mizaha da. Gerçekten ortalık da biraz durulmuş gibiydi...

Gel gelelim yazmaya fırsat bulamadan ortalık kana bulandı... Ankara'da onlarca insan hunharca katledildi. Hayatını kaybedenlere her gün bir yenisi ekleniyor hâlâ... Fakat bundan daha acı ve bir o kadar da tehlikeli bir şey var: Bazı insanların saçma sapan mantığa büründürmelerle bu katliam karşısında gizli gizli hatta bazen açıkça el ovuşturarak sevinmesi!

Bir insanın böyle bir katliamdan memnun olabilmesi, insanlık için çok ama çok acı. Bir toplumda böyle bir şeyden memnun olabilenler olması, o toplumun birliği için çok ama çok tehlikeli!

Katliamdan önce milli maça odaklanmıştım açıkçası. Ben de futbolla ilgilenen herkes gibi milli takımın bir mucize gerçekleştirerek Fransa 2016'ya direkt gitmesinin hayalini kuruyordum. Ve bu heyecan vericiydi. Düşünürken bile insan mutlu oluyordu. Ve bu gün bu hayal gerçek oldu. Milli Takım, en uçuk romanlarda bile karşılaştığımızda "Yok artık!" diyeceğimiz bir kurguyla Fransa 2016'ya gitmeye hak kazandı. Bu, belki de koskocaman 2015 yılında görüp göreceğimiz tek güzel haberdi. Ama... Yüreği olan hiç kimse buna sevinemedi! Sevinmeyi en çok hak edenler bile!

Fakat yüreği olmayanlar her şeyi unutup sadece bu güzel habere odaklandılar. Futbolla hiç alakaları olmasa bile sevinenler oldu. Çünkü elemeleri geçen takım, milliydi. Ve daha önemlisi onlar için birkaç gün önceki acı, milli değildi!

Son olarak New York Times'ın manşetine değinmekte fayda var. Nitekim içimizden birileri söyleyince tehlikenin boyutu inandırıcı gelmediğinden olsa gerek söylemlerimize, hal ve hareketlerimize çeki düzen verme gereği hissetmiyor olabiliriz... Belki uzaklardan yapılan bir tespit bizi gaflet uykumuzdan uyandırır. Bakın, dışarıdan bakan adamlar bizim için ne demiş? "Kederde ve zaferde, Türkler bölünmüş durumda!"


Sizce de öyle mi gerçekten?

11 Ekim 2015 Pazar

Ben ;)




Kısaca kendimi tanıtacak olursam "Evlat, eş, baba, öğretmen, yönetici, yazar ve tabii ki okur." yerinde bir tanım olur. Daha fazlası için devam ediniz. ;)

1985, Iğdır doğumluyum. Evli ve iki çocuk babasıyım. Çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı Iğdır'da, üniversite yıllarımı Erzurum'da geçirdim. Kısa bir süre İstanbul'da yaşasam da şu an çekirdek ailemle Adana'da yaşıyorum.

İlk ve orta öğrenimimi Iğdır’da tamamladım. 2007 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünden mezun oldum. 2013 yılında Okan Üniversitesi Eğitim Yönetimi Uzmanlık Bölümünde yüksek lisans yaptım. 2014 yılında Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünü bitirdim. Hâlen Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde eğitimimi sürdürüyorum.

2008 yılında sınıf öğretmeni olarak atandım. 2012 yılında MEB'de yöneticiliğe başladım. 2019 yılında kendi isteğimle yöneticilik görevimden ayrıldım. Hâlen Adana'da bir okulda sınıf öğretmeni olarak görevime devam ediyorum.

Çeşitli proje kitaplarının editörlüğünü üstlendim. 2010 yılında Milliyet Blog'da denemelerimi yayımlamaya başladım. Ayrıca 'Soner'in Bakış Açısı' adlı bloğumdan da aforizma ve denemelerimi yayımlıyorum. Yayımlanan Ötekilerin Hikâyesi adlı hikâye kitabımın yanı sıra yayıma hazır aforizma, öykü, deneme ve roman çalışmalarım vardır.

6 Ekim 2015 Salı

Ahmet Hakanlar


Cumhuriyet tarihimizde çok aydınımızı öldürdük, hem onların hem de memleketin ışığını söndürdük... Kimi zaman kurşunlayarak, kimi zaman arabalarına bomba koyarak, kimi zaman da Madımak'ta olduğu gibi diri diri yakarak yaptık bunu... Kiminde teker teker, kiminde topluca ama her seferinde canice kıydık bu canlara... Kıymaya da devam ediyoruz…

Canına kıydığımız aydınların yanı sıra bir de kendileri için planlanan ölümlerden kıl payı kurtulanlar var...  İşte Ahmet Hakan da bu saldırılara maruz kalan ve kıl payı kurtulan insanların sonuncusu... Ancak bu bizi barbarlıktan kurtarmaz. Çünkü ha Uğur Mumcular öldürülmüş, ha Ahmet Hakanlar dövülmüş... Ne fark  eder? İkisi de barbarlık!

Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan'a yapılan saldırı için Gabriel Garcia Marquez'in Kırmızı Pazartesi adlı kitabına atıfta bulunarak "...Açık bir Kırmızı Pazartesi olayı bu...." dedi. Gerçekten çok doğru bir tespitti. Nitekim bu kitapta işleneceğini herkesin bilmesine rağmen işlenmemesi için hiç kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü anlatılıyor... Ahmet Hakan'a yapılan saldırıda da her geçen gün tırmanan bir gerginlik söz konusuydu. Ve süreçten haberi olan herkes sonucu tahmin edebiliyordu. Fakat bir şeyler yapılmadı ya da çok yavaş yapıldı. Neyse ki daha kötü şeyler olmadı.

Olayın ardından herkes Ahmet Hakan'a destek olmaya, onu yalnız bırakmamaya çalışıyor! Oysa o hiç de yalnız değil! Çünkü koca bir ülke onunla aynı durumda... Nitekim her gün eğitimciler, sağlıkçılar, basın mensupları; kadınlar, çocuklar; masumlar, korumasızlar şiddete maruz kalıyor... Ve birçoğundan haberimiz dahi olmuyor. İşte asıl yalnız olanlar, onlar!

Olay çok kirli bir olay olduğu için olayı açıklamak için hemen birçoğu akla yatkın komplo teorilerine başvuruyoruz… Oysa işin aslı şu ki biz şiddete meyilliyiz! Nasıl meylimiz olmasın ki? Boğazımıza kadar şiddete batmışız! Bir bakın etrafınıza! Bir bakın ve görün ne kadar insanımızın şiddete maruz kaldığını… Ya da şiddete maruz kalmayan insanımızın kalıp kalmadığını!

Evde anne, en ufak bir çaresizlikte çocuğunu hatta bebeğini dövüyor… Isırılarak, boğularak öldürülen bebekleri medyadan takip etmişsinizdir… Evde şiddetten kaçan, okulda akranlarından gelen şiddete maruz kalıyor… Akran şiddetinden kurtulan, olumsuz şartlar sayesinde iyice yetersizleşen öğretmen şiddetine maruz kalıyor… Kendi ailesinde şiddet görmeyen, evlenip kocasından görüyor şiddeti… Okulda şiddete maruz kalmayan, iş hayatında şiddetin misliyle karşılaşıyor… Ve bütün bunlara en çok maruz kalan, kadınlar oluyor maalesef…

Toplumda şiddet bu kadar yaygın olunca şiddetin toplumdan uzaklaştırılması kolay olmuyor. Öyle şiddet karşıtı bir iki sloganla, üç yüz beş yüz metre yürüyüş yapmakla şiddet toplumdan sökülüp atılamıyor… Sonuçta hemen her şey gibi şiddet de öğreniliyor… Hayatının her aşamasında şiddete maruz kalan bireyler, fırsat ellerine geçtiğinde şiddet uygulamaktan geri kalmıyor hatta bunu bir hak, bir görev sayıyor! Derken onmaz bir kısır döngü içine giriyoruz...

Bu noktada belirtmekte fayda var: Şiddet, sadece dayak değil! Maddi veya manevi çıkar için karşısındakine fiziksel, sözlü, psikolojik ya da işaretler yardımı ile yaptığımız her şey, şiddettir!

Şiddete bu gözle baktığımızda bir öğrencinin, bir annenin, bir devlet memurunun, bir patronun, bir CEO’nun, bir siyasetçinin  gün içerisinde kaç kez şiddete başvurduğunu hesaplayabiliriz… Ya da bizzat kendimizin gün içerisinde kaç kez şiddete başvurduğumuzu, en ufak sorun karşısında şiddeti birinci tercih olarak kullandığımızı fark edebiliriz!

Ahmet Hakan’ın başına gelen öyle bir olay ki dikkatsizce söylenecek her söz olayı meşrulaştırabilir! Buna rağmen koca koca kanaat önderleri, kerli ferli yazarlar “Amalı” cümleler kuruyor… Oysa şiddete karşı olmakla şiddet bitmiyor. Bunu her hareketimizle desteklememiz gerekiyor...

Unutmayalım... Biz olumsuz bir davranışın olumsuz olduğuna inanır ama davranışı sergilemeye devam edersek, çocuklarımız da o davranışın olumsuz olduğuna inanır ama davranışı sergilemeye devam eder. Biz olumsuz bir davranışın olumsuz olduğuna inanır ve o davranışı sergilemezsek işte o zaman çocuklarımız da o davranışın olumsuz olduğuna inanır ve o davranışı sergilemekten vazgeçer!

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...