Bu acayip olayların nedenini kime sorsak eğitimi işaret edecektir. Gerçekten yoldan geçen kimi çevirirseniz çevirin, neyi sorarsanız sorun bir süre sonra cümleler eğitimdeki olumsuzluklar üzerine kurulacaktır. Çünkü eğitim işini bir türlü başaramıyoruz. Ama neden? Sorun ne? Binalar mı yetersiz, öğretmenler mi kötü, öğrenciler mi çok yeteneksiz, veliler mi bilinçsiz, sistem mi sorunlu yoksa dış güçler mi bizimle uğraşıyor? Yoksa hepsi mi?
Mustafa Kemal Atatürk, Sakarya Savaşı'nda kelimenin tam anlamıyla uğrunda ölmeye hazır olan askerlerine "Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır." diyor. Bu konuya Nutuk'ta şöyle değiniyor:
Bugün eğitim sistemimiz de deyim yerindeyse kısım kısım kırılıyor. Öyle ki cehaleti açık açık savunan sözde âlimlerimiz bile var. Artık eğitimde de en üst perdeden "Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır." demenin vakti geldi de geçiyor. Bunu Mustafa Kemal gibi birisinin çıkıp söylemesini bekleyen varsa bunun nafile bir bekleyiş olduğunu söylemeliyiz. Öncelikle Mustafa Kemaller öyle kolay yetişmiyor. Devamındaysa bütün sorunu çözecek bir kahraman beklemek hiç çağdaş değil. Bu noktada yeni bakanımıza da haksızlık yapıldığını, çok fazla beklenti içerisinde olunduğunu düşünüyorum. Nitekim kendisi de bu yönde ifadeler kullandı.
Bence... Sorun bizzat biziz, komple. Evet, biz! Biz kim miyiz? Biz oy kaygısıyla yapısal reformları yapmayan siyasileriz. Biz pek bir şey bilmediği hâlde bilim insanı pozisyonunda olan akademisyenleriz... Biz eğitimi, öğretmeni, öğrenciyi düşünmek yerine siyasetçilik oynayan sendikacılarız... Biz torpille hak etmediği koltuklara oturan yöneticileriz. Biz kırk yıldır aynı yöntem ve teknikleri kullanan öğretmenleriz... Biz mesleğe başlayana kadar "Ne iş olsa yaparım." dediği hâlde işe başlayınca yan gelip yatan genç öğretmenleriz. Biz evde çocuğa uyanık olduğu müddetçe tablet, televizyon, telefon kullandıran pek sayın velileriz...
Gerçekten bizzat sorunun kendisi olan "biz" çok kalabalığız. Peki ne yapacağız? Pes mi edeceğiz? Ölmekte olan hastaya bir neşter de biz mi vuracağız? Yahut yıllardır yaptığımız gibi suçlu mu arayacağız? Sorunu kişilerde, sistemde, dış mihraklarda hatta dinde mi arayacağız? Elbette hayır. Yüzlerce, binlerce kez hayır. Eğitim sorunumuzu çözeceğiz. Aksi takdirde sorunumuz, sonumuz olacak!
Biz tıpkı Sakarya Savaşı'nda olduğu gibi hareket etmeliyiz. Bir okulu, bir mahalleyi, bir ili ya da bir bölgeyi değil tüm ülkeyi düşünerek hareket etmeliyiz. Başarısızlıkla karşılaştığımızda tek bir öğrenci bile yeniden mücadele için bize güç vermelidir. Aklımızdaki güzel şeyleri gerçekleştirmek için de öğretmen olmayı, müdür olmayı, bakan olmayı beklememeliyiz. Şartlar ne olursa olsun gelecekten ve yeni nesillerden asla umudu kesmemeliyiz. Bulunduğumuz noktada, elimizdeki imkanlarla harekete geçmeliyiz. Sadece hattı değil sathı müdafaa etmeli, o sathın da bütün vatan olduğunu asla unutmamalıyız.
Evet, sorun biziz bence... Biz ve olaylara bakış açımız, yorumlayışımız... Ama düşmanımız sadece ve sadece cehalettir. Cehalet de ancak ve ancak gerçek öğretmenler marifetiyle yenilebilir. Sorunumuzu kabul edip üzerine gitmeliyiz. Ki gerçek düşmanımızla savaşabilelim.
Çözüm için çağdaşlarımızı takip edeceğiz evvela. Onlardan esinleneceğiz. Hatta yer yer taklit edeceğiz. Ta ki bize uygun olanı bizzat biz keşfedene kadar... Elbette her kültürün kendisine has özellikleri var. Farklılıklar illa ki olacaktır, olmalıdır. Ama bazı şeyler değişmez. Mesela demokrasiden, eşitlikten, laiklikten, bilimsellikten, hukuktan ödün vermeyeceğiz. Ki başa dönmeyelim!
Son olarak tüm öğretmenlerin Öğretmenler Günü'nü kutluyor, Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün izinde giderken şehit olan ve ebediyete intikal eden tüm öğretmenlerimizi minnetle anıyorum.