25 Temmuz 2014 Cuma

Hop Dedik Orda Kal!

Hop dedik orda kal!

Ömür Gedik Hürriyet’teki köşesinde  "'Öpüşmem' diyene gıcık olurum” başlıklı yazısının son bölümünde 2000 doğumlu olanların yaş hesaplamasının çok kolay olduğuna ilişkin çok ilginç (!) bir tespitte bulundu, okuyanlar bilir. Okumayanlar da benim gibi Twitter’dan öğrendi. ;) Ömür Hanım tespitte bulunduğu gibi anlamakta zorlanabilecekler için örneklendirdi: “…2000 doğumlu olanların yaş hesaplamarına gerek yok. 2015’te 15 yaşındalar. 2044’te 44. 2057’de 57…”Şükür ki şekil çizerek anlatmaya kalkmadı. ;)
Tabii sosyal medya yıkıldı. Yüzlerce paylaşımda bulunuldu. Her ne kadar çoğu hakaret ve küfür dolu olsa da çok güzel espriler de çıktı. Bu noktada ne olursa olsun insanlara hakaret ve küfür etmeye kimsenin hakkı olmadığını belirtmeliyim. Tabii aydın kısmının da insanları aptal yerine koymaya hakkı yok.
Bakın iki gün önceki yazısında ünlülere küfür ve hakaret eden gençler için ne demiş Ömür Hanım:“… Bu küfür ve hakaret eden gençlerin anne babaları neden çocuklarına sahip çıkmıyor, uyarmıyor!” Haksız mı? Tabii ki haklı… Tıpkı bizzat kendisinin aptal yerine koyduğu okuyucuları gibi haklı! Şahsen ben her yazdığımı defalarca okurum. Dahası yetinmem, üçüncü bir göze, objektif bir göze, de ihtiyaç duyarım çoğu zaman… Şahsen öneririm! ;)
Şu yazıyı yazarken bile haberi kaç farklı siteden okudum. Dahası Ömür Hanım’ın yazısının tamamını okuma gereği hissettim sırf yanlış bir şey yazmayayım diye. Bu yüzden ne zamandan beridir üyelik istediği için protesto ederek üye olmadığım ve haliyle okuyamadığım Hürriyet Gazetesi’ne üye oldum. Size şu kadarını söyleyeyim, protesto edeceğim diye Ahmet Hakan ve Yılmaz Özdil gibi Türkiye’nin en iyi yazarlarından bile vaz geçmiştim. Daha doğrusu onlar bile beni Hürriyet’e üye edememişti. Ama Ömür Hanım etti. ;) Yazının tamamını okumakla da yetinmedim. Ömür Hanım’ı tanımama rağmen öz geçmişini bir daha okudum. Bir yerde sehven de olsa hata yapmayayım diye… O bakımdan ülkenin amiral gazetelerinden birinde köşesi olan birinin daha dikkatli olması gerekmez mi?
Bir kere burada okuyucu aptal yerine koyulmuştur, nokta. Bunun altını kalın kalın çizelim. Ancak bilerek yapıldığına inanmıyorum. Birçok kişinin aksine Ömür Gedik’in zekâsında da bir problem olduğunu düşünmüyorum. Nitekim onun CV’si gibi CV’ye sahip birinin zekâsında problem olmasının imkânı yok. Boğaziçi’nden mezun olmak, bir sürü dergi ve gazetede yazarlık yapmak, TV programcılığı, insana kıymet vermeyen bir ülkede hayvanlar için çalışmalar, ses sanatçılığı, eleştirmenlik, yarışmalarda sunuculuk yapmak… Bunların hiçbiri sıradan zekâya sahip birinin sahip olabileceği bir CV’de olamaz…
Belli ki Ömür Hanım konu sıkıntısı çekmiş… Belli ki Cumhurbaşkanlığı seçimleri, onlarca yıldır süregelen terör, İsrail mallarına yapılan boykot, Gazze’de öldürülen yüzlerce insan dikkatini çekememiş… Özellikle sonuncusu için bir şeyler yazmasını çok isterdim doğrusu. Ama hayır… Şu anda bunu konuşmak durumu ajite etmek olur. Ve bu da asıl meseleyi, okuyucuyu aptal yerine koymayı, arka plana iter. O yüzden bu konuyu burada bırakalım. Ve bırakalım Ömür Hanım gibiler istediği konuyu yazsınlar. En doğal hakları tabii. Yeter ki okuyucuyu aptal yerine koymasınlar. Yoksa… Yoksa o da mı hakları? ;)
Son olarak benim Ömür Hanım’dan naçizane isteğim hayvanlara gösterdiği takdire şayan sevginin-saygının birazını da insanlara göstermesi. Aksi takdirde okuyucuları eninde sonunda ona kendi albümünün adıyla seslenecektir: Hop dedik orada kal! ;) Çünkü Ömür Hanım’ın “Öpüşmem” diyen oyunculara gıcık olduğu gibi insanlar da “kendilerini aptal yerine koyanlara” gıcık olur... ;)

18 Temmuz 2014 Cuma

Savaşa Karşıyız! Hadi Canım Sen De!

Savaşa karşıyız! Hadi canım sen de!

İsrail’in Filistin’e günlerdir yapmış olduğu saldırılar “kara operasyonu” ile yeni bir boyut kazandı. Bu; binlerce yaralının ve hayatını kaybeden yüzlerce insanın İsrail için yeterli olmadığı anlamına geliyor…Dünyanın her yerinden taraflı tarafsız herkesin canı yanmasına rağmen bu iki devlet neden savaşıyor? Daha doğrusu İsrail neden güçsüz düşmanı karşısında daha da canavarlaşıyor? Dahası neden dünya buna bir “DUR!” diyemiyor ya da demiyor?
İki devletin de tarihsel, dinsel, ekonomikve siyasi açıdan savaşmak için nedenleri var… Ama iki devlet açısından savaş nedenini bir cümleye sığdırmak istersek “Her iki devlet de kendileri için kutsal olan topraklarda varlığını sürdürmek istiyor.” diyebiliriz. Ancak eksik olur. Çünkü ikisi de “varlıklarını sürdürmek”le yetinmeyip ötekinin o topraklardan çekilip gitmesini hatta sonsuza kadar yok olmasını istiyorlar.
Bu noktada Aristoteles’e kulak vermekte fayda var: “En büyük suçlar gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir.” Bu yüzden iki devlet de ellerindeki en iyi imkânları kullanarak birbirine saldırıyor… Yani daha fazlası için… Tabii amaç mümkün olduğu kadar çok düşmanı yok etmek olduğu için kullanılan silahların yasak silahlar olması ya da kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere sivillerin hedef olarak seçilerek insanlık suçu işlenmesinin bir önemi olmuyor… Zaten iki devlet de dünyanın umrunda değil! Eğer İsrail birilerinin umrunda olsaydı yıllarca acılar çekmelerine, soykırıma maruz kalmalarına göz yumulmazdı. Eğer Filistin birilerinin umrunda olsaydı bir halk yok edilirken başta komşuları olmak üzere bütün dünya üç maymunu oynamazdı. Herkes kendi çıkarının peşinde! Yeter ki İsrail ve Filistin dünyadan bir şey istemesin! Yeter ki İsrail uyguladığı “orantısız güç” ile büyük devletleri zor duruma sokmasın, yeter ki Filistin yüzlerce yıldır evi olan topraklar için dünyadan yardım beklemesin…
Bu güne kadar dünyada yüzlerce, binlerce irili ufaklı savaş meydana gelmiş… Yani bu demek oluyor ki insanlar yüzlerce, binlerce defa birbirlerini yok etmek için uğraş vermişler… Kimi savaş yıllarca sürmüş kimisi birkaç saatte bitmiş… Kimisinde milyonlarca insan can vermiş, kimisinde ise çok daha az can yanmış… Kimisi çoktan unutulmuş… Kimisi daha yıllarca devam edeceğe benzer… Peki neden?
İnsan sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ettiği andan itibaren karşısındaki için bir tehdittir. İnsanların oluşturduğu sistemler olan devletler de aynı mantıkla yaşar aslında… O bakımdan yeryüzünde meydana gelmiş en büyük savaş ile iki insan arasında meydana gelen ilk kavganın-savaşın nedeni aynıdır. Bencillik!
Esasında İsrail-Filistin meselesinin de çıkış nedeni budur. Hemen her savaşta olduğu gibi bu iki devlet arasında olan savaşta taraflar sadece kendi pencerelerinden bakıyorlar. Bir ölüm kalım savaşı verildiği için empati tabii ki akla gelmiyor. Sonuçta taraflar sadece kendilerini haklı görüyorlar… Bu noktadan sonra saldırmak için bahane aramaya gerek yok… Zaten bu noktada bahanelerin önemi de yok. Çünkü hiç kimse çözüm istemiyor, barış istemiyor… Hele hele birlikte yaşamayı kimse aklına bile getirmiyor. Varsa yoksa ötekini yok etmek! Bunu başarabilense tabii ki daha güçlü olan, daha fazla canavarlaşabilen, daha fazla katliam yapabilen oluyor…
Yazımın sonuna gelmişken bizler için de bir şeyler söylemek istiyorum. Filistin’de yok edilen masumlara üzülüyoruz. Onları yok etmek için bütün imkânlarını kullanan İsrail’e kızıyoruz… Kendi çapımızda bu kanlı savaşa karşı durmak için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz… Buraya kadar her şey çok güzel… Ancak bu duygularımız ne kadar samimi? Bilemiyorum…
Nitekim bu duygularımız samimi olsa savaşa neden olan asıl şeyin, bencilliğin, zehirli bir sarmaşık gibi bizi de sardığını ve her geçen gün nefret dilini kullanarak kutuplaştığımızı görürüz! Eğer duygularımız samimi olsa en demokratiğimizin bile başkalarına saygı duymadığını, en basit konuda bile bencilce davranmaktan çekinmediğimizi, kendi çıkarlarımıza ters emelleri olanlardan nefret ettiğimizi fark edebilirdik!
Yanılıyor muyum?

13 Temmuz 2014 Pazar

İsrail Vatandaşlarının Can Güvenliği (!)

İsrail vatandaşlarının can güvenliği (!)

Günlerdir İsrail Filistin’e saldırıyor. Böyle deyince sanki karşıda bir ordu varmış gibi oldu. Aslında cümle şöyle olmalıydı: Donanımlı İsrail ordusu, Filistinli çocuklara,kadınlara, namazdan çıkan ya da sahuretmek için kalkan insanlara saldırıyor. Hem de kullanılması yasak silahlarla… Şu ana kadar 165 kişi hayatını kaybetti. Peki neden? Neden her zamanki gibi: “İsrail vatandaşlarının can güvenliği” (!)
İsrail saldırırken sözde “can güvenliği olmayan İsrail vatandaşları” ise bu saldırıyı canlı izliyor. Canlı derken “canlı yayın”dan falan değil… Çıplak gözle… Düğün, maç, tiyatro film izler gibi… Neşeyle! Artık ne kadar keyif alıyorlarsa sevinç çığlıkları, düşen her bombanın ardından yükselen masumların çığlıklarını bastırıyor… Öyle ki hiçbir muktedir, masumlara olanları duyamıyor…
Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetler gösterilerek Yahudilerin lanetlenmiş bir millet olduğu iddia edilir. Oysa Allah, bir milleti lanetleyecek kadar acımasız değildir. Bu iddianın asılsızlığı ayetler bütünüyle düşünüldüğünde ortaya çıkıyor. Gerçekteyse lanetlenen, Yahudiler içindeki sapkın olan gruplardır… Tıpkı yukarıdakiler gibi!
Her toplumda sapkınlar vardır. Bazı toplumlarda ise sapkın sayısının daha fazla olduğu aşikâr. Bu noktada her şeye rağmen Yahudilere karşı sistematik bir katliam, soykırım, yapan Adolf Hitler’in de normal bir adam olmadığını söylemeliyiz, söyleyebilmeliyiz. Nitekim onun başladığı soykırımı yarım bıraktığı için hayıflananlar var. Ve bu insanlıkla bağdaşmaz… Kaldı ki bunun Filistinli masumlara bir yararı olmadığı gibi bizi “masumlar ölürken onları seyredenler”le aynı duruma düşürür…
Sosyal sınıfı ne olursa olsun bu ülkedeki herkes bir yerlerde acı çeken Müslümanlara veTürklere üzülüyor… Hem de her zaman… Sahura kalktığımızda bir yerlerde birilerinin son sahurunu yaşayacağını biliyoruz. İftarımızı ederken birilerinin yiyecek bir şey bulamadığını, yiyecek bulsa bile yemeye fırsat bulamayacaklarını hatırlıyoruz. Lokmalar boğazımıza diziliyor. Çocuklarımızı severken nice anne-babanın, evlatlarının cesedine sarılarak ağlaştığı geliyor aklımıza, mutluluğumuzdan iğreniyoruz. Keyifli bir anımızda birilerinin böyle keyiflenemediğini biliyor, insanlığımızdan utanıyoruz…
Bu noktada teknolojiye bir kere daha teşekkür etmek lazım. Nitekim teknoloji sayesinde büyük medya kuruluşlarının yayınla(ya)madığı bilgi, belge ve fotoğrafları iki tıkla öğrenebiliyoruz… Ve bu sayede mazlumlara reva görülen zulümlerden haberdar olup gaflet uykumuza ara verebiliyoruz…
Değinmek istediğim bir konu daha var. Boykot konusu… Ne zaman İsrail Filistin’e saldırsa hemen İsrail menşeli ürünleri boykot çağrıları dolaşıyor sosyal paylaşım sitelerinde… Gerçekten sağduyulu vatandaşlarımız da bu çağrıya destek veriyor. Piyasada hemen her sektörde bulunan İsrail menşeli ürünler kullanılmıyor, bir süreliğine… Bir yerde üzerine bomba yağdıran tanka taşatan Filistinli çocuk gibi oluyoruz… İşe yaramayacağını bilsek de tanka karşı taşla mücadele eden Filistinli çocuk gibi onurlu olmak istiyoruz…
Nasıl ki tanka karşı taş atan Filistinli çocuklar öfkelerini bir nebze olsun dindirmek için çaresizce taşlardan medet umuyorsa, biz de üzerimizdeki sorumluluktan kurtulmak için boykota sarılıyoruz. Ne de olsa hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Ama bu aynı zamanda kendimizi kandırarak vicdanımızı rahatlatma yöntemimizdir. Öyle olmasaydı televizyonlardan, ekranlardan evimize giren kolu-bacağı-kafası kopmuş Filistinli çocuk fotoğraflarını unuttuğumuzda İsrail ürünlerine olan boykotumuz da son bulmazdı.
Kendi adıma ne yapabiliriz diye düşünüyorum… Öncelikle dua etmeliyiz. Sonra bu boykot olayını sürekli hâle getirmeliyiz. Ama asıl olan boykot edilen ürünlerden daha iyisini üretmek! Çünkü ancak üreten güçlü olabilir… Ve gene ancak güçlü olan söz sahibi olabilir! Sonra sevmeliyiz… Önce birbirimizi… Sonra herkesi! Çünkü bence Yahudilerin bu kadar saldırgan olmasının iki ana nedeni var. Birincisi dünyada sadece kendilerinin var olduğunu düşünecek kadar bencil olmaları. İkincisi ise tarihte defalarca zulümlere maruz kalarak bilinçaltlarının şiddetle dolması...

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Zenginler Ölsün, Murat 131'den Selamün Aleyküm (!) ;)

Zenginler ölsün, Murat 131'den Selamün Aleyküm (!) ;)

İnternette dolaşan bir video var: Fakirlere “Fakirler ölsün, Porsche’dan selamlar!” diye beddua eden Porscheli Kız… İkinci videosu da çıktı… Bildiniz mi? Sizi gidi fakirler sizi! Tabii ki bildiniz… Çünkü günlerdir buna gülüyordunuz zaten… ;)
Hatırlarsanız aylar evvel ailesi karne hediyesi olarak milyarlık bot aldığında çok duygulanan bir çocuk vardı. Hani spiker çocuğa neden ağladığını sorduğunda “Anlayamazsınız!” demişti ya… İşte o “Anlayamazsınız” olayı ile bu “Porcsheli Kız” olayı birbirine çok benziyor. Yalnız bir fark var. Önceki fakirlerin bazı şeyleri “anlayamayacağını” ima ederken bu direkt ölmesini istiyor. O kadar yani, çok şey yapmayın… ;)
Videodaki kızın ne kadar zeki olduğunu bilemem… Normal hayatta normal mi (Fakirlerin ölmesini istiyor mu?) bir iki videodan kestiremem… Babası gerçekten çok mu zengin onu da bilemem… Esasında bütün bunlarla gerçekten ilgilenmiyorum. Güldük geçtik, o kadar. Zaten onun da istediği buydu, eğlenmek. Ama hep beraber eğlendik bu kez! Sonuçta “Everbody Facebook” yani.. ;) Bu da ne demekse artık… Kız videoda durup durup “Everybody Facebook” diyordu. Sanırım Facebook’taki herkese seslendiğini ifade etmeye çalışıyordu… ;) Neyse…
Yine de insanın aklına takılıyor bazı şeyler… Mesela bu kızı kim bu kadar sinirlendirdi? ;) Hayır o kadar lafı kime, hangi “kıskanç fakir”e dedi? O Porcshe'un müziği neden açılmıyordu? Dahası sıcaktan yanan kız Porcshe’un klimasını niye çalıştırmadı? Yoksa o araba Porcshe değil miydi? Yoksa, yoksa o araba çalıntı mıydı? İkinci videoda gerçekten özür dilemek mi istedi? Soy ismi Saf olan bu kız, soy ismi ile müsemma mı yoksa rol mü yapıyor? Üçüncü, dördüncü video gelir mi? Dahası Porcshe firması bu kıza reklam filmi çeker mi? Aklımda deli sorular… ;)
Nicedir internette okuduğum ya da izlediğim haberlerin altına bırakılan yorumları okumayı alışkanlık hâline getirdim. Gerçekten bu onlarca insanla empati kurmamı sağlayarak farklı bakış açıları kazandırıyor. Yine aynı şekilde herhangi bir habere toplumun nasıl tepki verdiği konusunda birincil ipuçları elde ediyorum bu sayede.
Bu ilginç videoları izlediğimde de aynısını yaptım. Her ne kadar benim gibi işin geyiğinde olanlar az değilse de çok büyük bir kısım fena sinirlenmiş. Görmediğim duymadığım hakaretleri, bedduaları,küfürleri bu videoların altında yorum olarak okudum, maalesef. “Maalesef” diyorum. Çünkü her ne kadar ortada memnun olunacak bir durum yoksa da eleştirdiğimiz bir şeyden çok daha kötüsünü bizim yapmamız doğru değil. Şakadan da olsa bizi aşağıladığını düşündüğümüz birine olmadık küfürleri etmek haklılığımızı gölgelemekten başka işe yaramayacaktır.
Netice itibariyle kızcağız “kendi çapında” şakalar yapmış… Ne kadar saçma görünse de çok kızmamak lazım. İnsanların insanları bir hiç uğruna öldürdüğü dünyada bu çok büyük bir hata değil. Ama… Aması “Porcsheli Kız” çektiği videoyu Facebook’a koymuş! İşte ölümcül hata! ;) İşin aslı şu ki… İnsanlar eleştirmeyi sever… Ve biz insanların bizi eleştirmesini istemiyorsak fikirlerimizi paylaşırken dikkatli olacağız. En azından herkesin rahatlıkla ulaşabileceğiplatformlarda paylaşmayacağız…
Allah zenginleri daha zengin etsin inşallah… Fakirler ise ölmesin, kâfi. ;) Gerçi “Porcshe” markasını doğru yazmak için bile dakikalarca uğraşmak zorunda kalan benim gibi fakirlere ölüm müstahak ya, neyse… ;)  
“Zenginler ölsün, Murat 131'den Selamün Aleyküm!” demek istemiyorum. Kıskanırlar, laf atarlar diye değil! Çünkü her fakir potansiyel bir zengindir. Tabii her zengin de potansiyel bir fakirdir. Kendi kendime beddua etmeye ne gerek var? Üstelik benim bir Murat 131’im bile yok… ;) Yine de buradan zenginlere seslenmek istiyorum: “Kimse fakirlerin kudretini test etmeye kalkmasın!” Aksi takdirde sizi daha çok kıskanmaya, size daha çok laf atmaya devam ederiz… ;) 

10 Temmuz 2014 Perşembe

Yeni Moda: Cami Yakmak (!)

Yeni moda: Cami yakmak (!)

Birkaç gün evvel Esenyurt'ta bir CaferiCamisi kundaklandı. Yanı başımızda bir örgüt kutsal mekânları yerle bir etme vaatlerinde bulunduğu sıralarda böyle bir olayın vuku bulması elbette manidar. Yine de birçok meraklısının aksine olaya sağduyuyla yaklaşarak olayı "kundaklama" diye tanımlamamak için kendimi çok zorladım. Ama camii imanın söyledikleri kundaklama olasılığını kuvvetlendiriyor, maalesef. İmamın dediğine göre daha evvel birileri gelerek “Siz Caferi’siniz, taşa tapıyorsunuz, caminizi yakacağız!” diye kendilerini tehdit etmiş. Bunun üzerine Cami İmamı polise giderek şikâyetçi olmuş.
Konu üzerindeki fikirlerime geçmeden evvel Caferiler hakkında biraz bilgi vermek isterim. Caferilik adını altıncı İmam Cafer-i Sadık’tan almıştır. Dört halifeden ziyade On İki İmam’ın aktardığı hadislere önem verirler. On İkinci İmam’ın çocukken kaybolduğuna ve Mehdi olarak geleceğine inanırlar. Yine Halifelik konusunda Hz Ali’ye haksızlık yapıldığına inanırlar. Beş vakit namaz esastır ancak öğle namazı ikindi ile akşam namazı yatsı ile cem edilir. Hz Muhammed’in torunu Hz Hüseyin’in Yezid ordusunca şehit edildiği Kerbela Caferilik’te önemli bir yere sahiptir. Namazlarda secdeye inildiğinde alın yere konulan Kerbala toprağından yapılan taşlara değdirilir. Sözde taşa tapma saçmalığı da buradan çıkmaktadır. Aslı yoktur. Ülkemizde de ciddi bir kitlesi bulunan Caferilik, İran’ın resmi mezhebidir.
Biz şu an 21. yüzyıldayız. Yanı başımızda kanlı bir örgüt İslam adı altında ölüm saçsa da… Anlı şanlı devletler kimi gizli kimi açık emellerini gerçekleştirmek için Ortadoğu’yu kan gölüne çevirse de… Dünyanın bir yerlerinde birileri zulüm görse de biz şu an 21. yüzyıldayız… Ve dünyanın büyük bir kısmı bizim aksimize bu yüzyıla yaraşır şekilde yaşıyor. Yani bizim yaşadıklarımız hiç ama hiç normal değil. “Neden bizim insanlarımız acı çekiyor?” yerine “Huzurun olduğu yerlerde ne var da bizim yaşadıklarımızı onlar yaşamıyor?” diye sormalıyız belki de… Ama bunu yaparken “dış güçler”i suçlamamalıyız hemen. Çünkü bu işin kolayı ve sadece bir savunma mekanizması, bence.
Aslında onlarda olup da biz de olmayan şeyleri hepimiz biliyoruz: demokrasi ve özgürlük… Yani bizim kültürümüzde öteden beri var olan “hoşgörü”nün türevleri… Ama bu sıralar bunu bizlerde görmek mümkün değil! Bırakın başka dinden-mezhepten olanı, saçını farklı yöne tarayanı bile hoş göremiyoruz artık. Öyle ki dünyada tek bir din olsaydı, tek bir millet olsaydı biz yine harp edecektik gibime geliyor… Çünkü mesele farklılıklarımız değil, hoşgörüsüzlüğümüz… Hoşgörünün daha somut hâli olan demokrasiye olan inançsızlığımız… Eğer bunlar bizde olsaydı insanların diline, dinine, teninin rengine saygı duyardık. Bunlardan herhangi birinden ötürü başkasının canına kast etme hakkını kendimizde gör(e)mezdik.
Her şeye rağmen bu “kundaklama”nın Ortadoğu’da birkaç yıldır süregelen iç isyanlara bir yenisini eklemek için çakılmış bir kıvılcım olduğunu düşünmüyorum. Bu topraklarda çok daha beter komplo teorilerinin can bulduğunu bilsek de bu “kundaklama”nın bir mezhep kavgası çıkarma amaçlı olduğuna inanmıyorum, inanmak istemiyorum. Gerçekten mezhep savaşı çıkarmak isteyen kötü insanlar, kundaklama için Caferiler yerine daha kalabalık kitlelere sahip mezheplerin-tarikatların ibadethanelerini seçerdi, bence. Yine de basit bir durum olmadığı açık. Nitekim Allah’ın evine hem de Ramazan Ayı’nda saldırılması başlı başına vahim bir durum zaten… Yanmış Kuran-ı Kerim’leri görmek insanları çileden çıkarmaya yetiyor açıkçası. O sebeple sonuna kadar araştırılmalı. Aksi durumda komplo teorileri, bir yerde haklı olarak, üretilmeye devam edilecektir.
Son olarak güzel işler yapanların hep güzel anılacakken, kötü işler yapanların hiçbir zaman hatırlanmayacağını belirtmek isterim. Gerçekten yazıyı yazmadan evvel dünyada ilk yakılan caminin hangisi olduğunu merak ettim nedense. Her şeyi bilen “Google” bile bilemedi bunu. Hâlâ da merak ediyorum doğrusu. Ama yine de böyle bir kötülüğü ilk yapanın kim olduğunu öğrenemediğim için çok üzülmedim. Aksine mutlu oldum. Tarihin kötüleri unutabilmesi de güzel bir şey diye düşünüyorum. Yapanların, yazanların, sevenlerin adlarının daim olurken; yıkanların, yakanların, nefret ettirenlerin adının unutulması çok güzel, her şeye rağmen… 

3 Temmuz 2014 Perşembe

Hoca Kısmının Maaşı (!) ;)

Hoca kısmının maaşı (!) ;)

Ramazan Ayı'nın kendine özgü adetleri vardır. Bunların bir kısmı en başından beri vardır ve olmazsa olmazdır. Bir kısmı ise sonradan eklenen adetlerdir. Sonradan eklenenler kültürden kültüre değişkenlik gösterebilmektedir. Mahyalar, Hacivat ile Karagöz, Ramazan Çadırları vb. bizim kültürümüzde yer alan adetler olsa gerek...
Son yıllarda ise her kurum kendilerince Ramazan'a özel adetler oluşturmaktalar... Gerçekten artık bankalar Ramazan'a özelkrediler sunuyor. Yine aynı şekilde en alakasız TV bile Ramazan'a özelprogramlar yapıyor... En "gâvur"belediyelerimiz bile iftar sofraları kuruyor... ;) İrili ufaklı bütün mağazalarda indirimler oluyor. Hani deyim yerindeyse Ramazan'da kampanya yapmayan esnafı dövüyorlar artık! ;) İşin şakası bir tarafa bütün bunlar sözsüz bir anlaşmanın gereğiymişçesine uygulanıyor...
Her ne kadar çoğu zaman "zalım" kapitalizmin dinimizin şartlarından biri olan "oruç tutmak"ı da kendi emellerine alet etmesi zorumuza gitse de... Biz de çoğu zaman bu uygulamalardan yararlanıyor hatta bu uygulamaları yapmayanları ayıplıyoruz... Bütün bunlar olurken ipler iyice kapitalizmin eline geçiyor ve biz eğrilerle doğruları karıştırıyoruz... "Yanlış" olanları görmediğimiz gibi aynı "yanlış" bir anda "doğru" olabiliyor! Gerçek "doğru"yu ise arayan bile olmuyor! Sonuçta Ramazan'da olduğumuzu unutuyor, âdeta Ramazan'ın ruhuna fatiha okuyoruz, hep beraber!
Ramazan'a özel program yapmak artık TV'ler için bir Ramazan adeti. Ve bu programlar içindeNihat Hatipoğlu'nun sundukları ayrı bir yere sahip! Katılmayanlar olabilir tabii... ;) Kendisinin dini bilgisi ne kadar yeterlidir, bilemem. Bildiklerini kendi hayatında ne kadar uyguluyor, onu da bilemem. Hizmeti karışılığında bir ücret alıyor mudur, alıyorsa ne kadar alıyordur; bunu da bilemem ama herkes gibi yorum yapabilirim! ;) Gördüğünüz üzere konu üzerinde çok bilgi sahibi değilim. Ama memleketin bütün meseleleri hallolmuşçasına onun aldığı maaşa takılmanın doğru olmadığını çok iyi biliyorum!
Öncelikle şunu belirteyim, İslâm alimleri ne der bilmiyorum ama bence alimlerin verdikleri hizmet karşılığında ücret almalarında bir sakınca yok. Sonuçta adamların tek sermayesi ilimleri. Üstelik adamlar alim, peygamber değil! Eğer hayatlarını devam ettirmek için ilimlerini değerlendirmeleri yanlışsa imamları ne yapacağız? ;) Peki ne kadar kazanabilirler, ne kadara kadarı makuldur?Futbolcuların, sanatçıların milyonlar kazandığı bir dünyada ilme paha biçilemez bence... Sizce? ;)
Nihat Hatipoğlu, basında bahsedildiği kadar çok para kazanmadığını avukatı aracılığıyla açıkladı. Ancak keşke basına yansıyandan daha çok para kazansaydı! Gerçekten ilmin bu kadar değerli olmasının neresi kötü olabilir ki? ;) Şimdi birileri "Din simsarlığı yapılması doğru değil!" falan diyecektir... Onlara naçizane önerim: Önce kendi hayatımızda herhangi bir şeyin simsarlığını yapmadığımızdan emin olalım. Sonra konuşalım, bence. Öyle ya "İğneyi kendinize, çuvaldızı başkasına batırın!" diye dememişler boşuna! ;)
İşin aslı sorun hocanın aldığı paranın miktarı falan değil. Sorun, biziz. Hocayı kıskanıyoruz. Ama kazancından ziyade ilmini kıskanıyoruz. İlminin karşılığını alabilmesini kıskanıyoruz... Doğruyu söyleyerek de yaşayabilmesini kıskanıyoruz... Biz dünyanın "yanlış"larına o kadar alışmışız ki "doğru"yu söyleyebilenlere bu dünyada güzellikleri layık göremiyoruz... Onların hakkı ancak öbür dünyada verilebilir diye düşünüyoruz. Hem bu dünyada hem öbür dünyada ödüllendirilmelerini kaldıramıyoruz... İşte en çok da bunu kıskanıyoruz! ;)

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...