29 Kasım 2015 Pazar

Gönle Girmek




Bir kızın ya da erkeğin gönlüne bir bakışınızla girebilirsiniz. Ancak aynı kızın ya da erkeğin ailesinin gönlüne belki bir ömür giremeyebilirsiniz!


26 Kasım 2015 Perşembe

Başarısız Savunma



Dünyanın en yaygın ama en başarısız savunması: "Sanki bir ben yapmışım bunu? Herkes böyle yapıyor!"


24 Kasım 2015 Salı

24 Kasım Öğretmenler Günü



Bu gün Öğretmenler Günü.... Tabii sadece ülkemizde. ;) Bildiğiniz üzere dünyada Öğretenler Günü 5 Ekim'dir. Bizde 1981 yılından beri 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır... Her ne kadar işin arkasında darbe hükümeti olsa da bu gün başta öğretmenler olmak üzere toplumca kabul edilmiştir.... Sanırım bunda 24 Kasım 1928'de Mustafa Kemal'e Başöğretmen unvanı verilmesine atıfta bulunulmasının faydası var. Adamcağızı her fırsatta sömürmüşüz âdeta! Neyse ki yiğidi sömürüp hakkını vermişiz... Hiç olmazsa halkına her şeyi sıfırdan öğreten adama Başöğretmen demişiz! ;)

Hazır Başöğretmen'den söz açmışken yazıya devam etmeden önce Başöğretmen'imizi saygıyla anmak ve başta kendim olmak üzere bütün öğretmenlerin Öğretmenler Günü'nü kutlamak istiyorum... ;) Günümüz Kutlu Olsun Efenim! ;)

Her ne kadar bazılarımız istemeyerek bu mesleğe adım atmış olsak da... Sınıfın kapısını kapatıp öğrencilerinizle baş başa kaldığınızda ailemizle bile kuramayacağımız bir iletişim kuruyoruz öğrencilerle... İşte yukarıdaki görselde öğrencilerin öğretmenlerine cennete koşuyormuşçasına koşmasının nedeni bu! Üstelik bu anlık bir şey değil... Tecrübeli öğretmen arkadaşlarla aynı okulda çalıştığım için hemen her gün onları ziyarete gelen koca koca adamları, kadınları görüyorum... Öyle bir bakışları var ki öğretmenlerine... Öyle bir sarılışları var ki... Öyle bir içten el öpüşleri var ki... Hem öğrencileri hem öğretmenleri kıskanıyorum... ;)

Toplumda öğretmenlerin çalışmadığına dair bir algı var. Bu algıyı oluşturanların bizzat öğretmen olmak isteyip de olamayanlar olduğunu düşünüyorum bazen. ;) Gerçekten öğretmenlerden daha iyi şartlarda çalışan hiç kimseden öğretmenliğin kolay olduğuna dair bir cümle duymadım. Aksine saygıda kusur etmezken sürekli övücü sözler duymuşumdur. Ancak öğretmene eş değer şartlarda ya da öğretmenden daha kötü şartlarda çalışanlar var ya... Hani şu "Hiç olmasa öğretmen olaydın!" diye milleti aşağılayanlar ve bu şekilde aşağılananlar... İşte onların derdi bitmedi, bitmiyor! Esasında onların derdi öğretmenlikle falan değil, kendileriyle... Neyse... ;)

Öğretmenliğin güzel yönleri üzerine bir yazı okumak isteyenler daha önce yazdığım Örtmeniiim! adlı yazımı okuyabilir... Öğretmenlerin neler çektiğinden haberi olmayanlara ise yine daha önce yazdığım Öğretmenin Psikolojisi yazımı öneririm... Şimdi size iki saat yaz tatilimizin üç ay olmadığını, angarya denebilecek şartlarda çalıştığımız hâlde milletin bizi günde üç saat çalışıyor sandığını, maaşımızın iki bin TL'yi bile zar zor geçtiğini, hepimizin ek ders almadığını, öğrencilere okumalarını telkin ederken kitap almaya kendimizin para ayıramadığımızı, ayırsak bile ayırdığımız paranın çalmaya yani korsan kitap almaya yettiğini, öğretim yılına hazırlık ödeneği diye verilen paraları kışlık odun kömüre bazen de bu yıl olduğu gibi kurban parasına vermek zorunda kaldığımızı, her bakan hatta müsteşar değiştiğinde gelecek kaygısına düştüğümüzü, zaman zaman işimizi sadece işimizi yaptığımız için velilerden azar işittiğimizi, sık sık darp edilip bazen öldürüldüğümüzü vb. anlatıp sizi sıkmak istemiyorum! ;) Gerçekten! ;) Beni zorlamayın... ;)

Yukarıdaki paragrafta ve verdiğim linklerde değindiğim sıkıntılar buz dağının sadece görünen yüzü... Gerçekten öğretmenlerin yaşadığı sıkıntılar, saymakla bitmez tabii ki! Nitekim hep derim: "Öğretmen olup da çekmeyen yoktur!" Zengin olsun fakir olsun her öğretmen, hayatının en az bir döneminde çok zor günler geçirmiştir... Fakat öğretmenlik, sıkıntıların bahaneye dönüşmesine izin verilmemesi gereken mesleklerin başında gelir, bence! Bu bakımdan, bir öğretmen olarak, bu güzel günde önemli bir eleştiri de bulunacağım... Kızmaca yok! ;)

Yaklaşık on yıldır öğretmenim. Aslında daha iki sene var. Ama "on yıl" deyince kulağa daha tecrübeli geliyor.... ;) Şu an itibariyle görev yaptığım sürenin yarısını öğretmen, yarısını yönetici olarak geçirmiş bulunmaktayım... Özellikle yönetici olduktan sonra çok farklı öğretmenlerle çalışmak durumunda kaldım. Kısacık meslek hayatımda birbirinden tümüyle farklı yüzlerce öğretmen tanımış oldum. Hepsinin de bir sürü güzel özelliği vardı. Hepsinden çok güzel şeyler öğrenirken birinden dahi kötü bir şey öğrenmedim... Buna rağmen bence mesleki anlamda biz öğretmenlerin ortak bir sorunu var: Özeleştiri!

Siyasi görüşünü bir an unutabilen hangi öğretmene sorarsanız sorun, memnun olmadığı çok şeyi sayacaktır size.... Ama kendi rolünü hiç sorgulamadan yapacaktır bunu! Oysa bizzat Başbakan'ımız bir hoca... Yani öğretmen! Yine iktidarda ve muhalefetteki partilerde önemli noktalarda öğretmen kökenli siyasetçiler var.... Hatta büyük sendikaların başkanlarının tamamı öğretmen. Yani ülkede olan iyi ya da kötü hiçbir şeyde bizim etkimiz yadsınamaz! Bütün bunlara rağmen öğretmenler çağdaşları ile aynı şartlarda yaşamıyor... Bütün bunlara rağmen öğretmenler çağdaşları ile aynı şartlarda eğitim vermiyor, veremiyor!

Şimdi yazıyı buraya kadar okuyan meslektaşlarım bana kızmaya başlamıştır çoktan. Sınıfıma ihanet ettiğimi düşünüp okumayı bırakanlar bile vardır. ;) Çok uzun yıllardır öğretmenlik yapmıyorum belki.... Ama bir tane öz eleştiri yapan öğretmen görmedim geçekten. Kendim de dahil tabii! ;) Maddi bir kazancı olmadığında kendini geliştirmek için bir eğitime katılan bir öğretmeni tanımadım ben. Gerçekten "Şu konuda biraz eksiğim  var. Kendimi geliştirmem lazım!" diyene rastlamadım. Ancak bir başkasını eleştireni gördüm... Başkasını takdir edebilene pek az rastladım... Ancak çok zaman önce yaptığı güzel bir etkinliği ballandıra ballandıra anlatanı çok gördüm! ;)

Her mesleğe saygım vardır. Ancak peygamber mesleği olan öğretmenliğin kutsiyetini kimseyle tartışmam. Öğretmen olmayan arkadaşlar üzgünüm, mesleğimi içselleştirmiş bulunuyorum... ;) Şaka bir yana öğretmenliğe çok anlam yüklüyorum ama bu mesleğin doğasında var. Gerçekten diğer mesleklerle bir toplumun şurasını burasını düzeltebilirsiniz...  Diğer mesleklerde özeleştiri yapılmadığında toplumun şurasında burasında eksiklik olabilir. Topyekun bir gelişim ise ancak ve ancak öğretmenler eliyle olabilir.... Ama bunu özeleştiri yapmaktan aciz öğretmenlerle yapmak mümkün değil elbette! Bana inanmıyorsanız "Ulusları kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir." diyen Başöğretmen M. Kemal Atatürk'e kulak verin! Belki o zaman kendi kıymetimizi daha iyi anlarız... ;)

17 Kasım 2015 Salı

Melek Baykal Haksız Değildir Belki De ;)




Oyuncu Melek Baykal, Yozgat'taki Hayri İnal Konağı'nı ziyareti sonrasında sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. Tümüyle gereksiz ve ürkütücü bu paylaşım, başta kendisi olmak üzere vicdanı olan herkesi rahatsız etti. Gerçekten paylaşımın içeriği insanları aşağılıyor, ayrıştırıyor, ötekileştiriyor... Hani kendi kişisel hesabından paylaşmasa, hani ortada fotoğraf falan olmasa birilerinin ona komplo kurduğunu düşünebilirsiniz...

Melek Hanım, konağın duvarında gördüğü yüz yıllık fotoğraflardan çok etkilenmiş. Fotoğraflardaki İnal ailesi ona çok medeni gelmiş... Ancak çıkışta etrafını saran teyzeler için aynı şeyi düşündüğü söylenemez. Nitekim fotoğraftakiler ile o teyzeler arasında bir kıyaslama yapmış ve "...Biz ne zaman ve neden bu kadar geriye gittik..." diye sormuş kendine... Öncesinde de "Yüzümdeki ifadeden ne kadar mutlu olmuşum anlarsınız..." diyerek hoşnutsuzluğunu dile getirmiş ve yukarıdaki fotoğrafı paylaşmış... Gerçekten çok mutsuz görünüyor, değil mi?

Temmuz 2013'te de vatandaşın biri buna benzer bir paylaşım yapmıştı. O zaman yazdığım yazıda bakınız ne demişim:
Buna benzer olaylar öteden beri ama özellikle son on yıldır yaşanıyor ülkemizde. Tarihimizde bu tarz maksadını aşan çokca cümle kurulmuştur. "Bu ülkeyi Hassolarla Memolar mı yönetecek?", "Muhtar bile olamaz!", "Göbeğini kaşıyan adam", "Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?" ve ... Ve maalesef "Hah iftarları bitti galiba.. Düşmeye başladılar.. Badem IQ'lar.." Yazının devamını buradan okuyabilirsiniz...
Fotoğrafa baktıkça onun oynadığı bazı dizilerdeki bazı sahneleri izlerken yüzüme yerleşen ifade geliyor aklıma. Tıpkısının aynısı. ;) Hele bir dizisi var ki... Bir sürü böyle sahne var. Hani şu gündüzleri defalarca ekrana gelen ve hedef kitlesi de yukarıdaki teyzeler olan dizi. Cennet Mahallesi yani. ;)

Elbette sanatçılar, aydınlar bazen toplumlarıyla ters düşebilir. Sonuçta bu insanlar amigo ya da şakşakçı değiller. İnsanlar kendilerini desteklesin diye gerçek fikirlerinden vazgeçemezler. Ancak aynı sanatçılar ve aydınlar hiçbir şekilde topluma hakaret edemezler! Bunu yaptıkları gün sanatçılıkları ve aydınlıkları sorgulanır. Konuya dönecek olursak... İnsanların hayatlarının dizisini yapacaksınız, aynı insanlara bu diziyi satacaksınız... Sonra da kalkıp o insanları kullandığınızı itiraf edercesine onlara hakaret edeceksiniz... Vallahi hiç etik gelmiyor... Sanatla da sanatçıyla da bağdaştıramıyorum bütün bunları...

Haydi itiraf edin, zaman zaman siz de sizinle aynı fikirde olmayanların geri kafalı olduğunu düşünüyorsunuz, bunu düşünmeden edemiyorsunuz! Yalan mı? ;) Şahsen ben de Melek Hanım'ın sorduğu soruyu soruyorum bazen, yalan yok! Gerçekten bir Mevlanaları, Yunusları düşünüyorum... Bir de Melek Baykalları... Sonra dayanamıyor soruyorum, içimden, kendi kendime: Biz ne zaman ve neden bu kadar geriye gittik? Cevabını bulamadım! ;)

Paylaşım ortalığı toz duman edince... Çok geçmeden Melek Baykal, paylaşımı kaldırdı. Ve gerçekten içten yazılmış bir özür yazısı yayımladı. Öz eleştirilerde bulunarak maksadını aştığını belirtti. İlk paylaşımı ne kadar yıkıcı idiyse ikincisi o kadar yapıcıydı.

Melek Baykal'ın bu konuda tutar tek yanı, özür dilemesi. Şahsen özür dilemeyi, dileyebilmeyi, büyük bir erdem olarak görüyorum. Tam da bir sanatçıya, bir aydına, yakışır hareket! Nitekim bu tarz durumlardan "Ben değil, kuzenim paylaşmış!" ya da "Hesabımı çalmışlar... Adıma paylaşım yapmışlar!" diyerek salağa yatmak suretiyle sıyrılanları da biliyoruz sonuçta... ;) O bakımdan olayın vehametine rağmen Melek Hanım'ın özrü için "Yetmez ama evet!" diyebiliriz, demeliyiz! Tabii derdimiz üzüm yemekse... Tabii bağcıya ayrıca bir gıcığımız yoksa! ;)


13 Kasım 2015 Cuma

Atatürk, Akitgiller ve Diğerleri




Hafta başında 10 Kasım ile ilgili bir yazı yazarak ulu önderi anmak niyetindeydim. Onu gerçekten anlayan, anlamaya çalışan, herkes gibi arkasından güzel şeyler söylemekti hedefim. Zaten ölünün arkasından kötü söz söylenmez ki bizde, değil mi? Gerçekten o, öyle büyük bir lider ki ne onu puta taparcasına sevenler ne de varlığını ona borçlu olduğu hâlde ona sövenler ona ve bıraktığı değerlere zarar verebiliyor...

Yazıyı kafamda şekillendirmeye çalışırken bir yandan da "Acaba bu yıl bir densizlik yapan olacak mı?" diye düşünüyordum. Gerçekten her sene ya ona tapan biri çıkıp acayip şeyler söyleyerek maksadını aşıyor yahut kendine dahi hayrı olmayan nankör birileri çıkıp ona dil uzatıyor... Aslında iki zıt kutupta yer alan bu tarz insanlar, fayda bakımından farksızlar... Yani faydasızlar... Nefreti körükleyip, toplumu ayrıştırıyorlar... Savundukları fikirlerden tiksindiriyorlar...

Birkaç yıldır gözlemlediğim bir şey var... Mustafa Kemal Atatürk'ü anma etkinlikleri sözde onu en çok sevenlerce haftalar öncesinden başlatılıyor... Gerçekten 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'ndan önce onun yokluğuna vurgular yapılarak bayram âdeta sönük bir havada geçiriliyor... İnsanlar haftalar öncesinden yas havasına sokuluyor... Gerek sanal alemde gerek gerçek hayatta bizzat belediyelerce paylaşımlar, bildiriler, afişler, toplantılar ve etkinlikler aracılığıyla yapılıyor bu... Ya gerçekten onu çok özlüyoruz ya da gerçekten onu sömürüyoruz... Yoksa onun bıraktığı en büyük değer olan Cumhuriyeti gölgelemezdik! 

İnançlarını hiçe sayarak ona tapanların onu sömürmesini görünce aklıma şu ilginç anektod gelir hep. Ve onu daha çok özlerim... 
“Vaktiyle Atatürk’ün yanında hizmet etmiş sivil polislerden biri anlatmıştı: Bir gün Atatürk yine o meşhur âlemlerinden birini yaşıyor, yaşatıyordu. Salona büyük bir masa kurulmuştu. Ata hem içiyor, hem konuşuyordu. Bir aralık durdu, etrafındakilere: 
'Söyleyin bakalım, bu millet ben öldükten sonra hakkımda ne diyecek?' diye sormuş.
Hâzirûn sıra ile sorguya çekildi. Kimi münci, kimi dahî, kimi bu milleti ve bu vatanı yoktan var eden insan demişler. Hatta, Allah’a, peygambere kadar yol alanlar olmuş. Atatürk gülmüş:
‘Hayır, hiçbiriniz bilemediniz. Bakın ne diyecek bu millet benim hakkımda: Bu adamın etrafını böyle pu..t pe…k takımı sarmasaydı memlekete daha çok hizmetler yapacaktı.’ 
Atatürk’ün bu sözü üzerine etraftan öylesine bir alkış kopmuş ki Ata, bir gülmüş ki kadehini fırlatıvermiş?” (Temellerin Duruşması/Ahmet Kabaklı)
Geçmiş yıllarda Mustafa Kemal'e birçok saygısızlık yapılmıştı. Hâlâ yapılıyor. Ve bu saygısızlıkların sonu hiç de gelmeyecek, maalesef! Ancak bu yıl epey ileri gidildi. Ve Akit TV densizliğin büyüğünü yaptı. 10 Kasım için yaptığı haberde "Zulüm, 1938'de son buldu." dedi. İnsanlar sosyal paylaşım sitelerinde tepkilerini gösterdiler. RTÜK'e şikayetler yağdı. Tam anlamıyla kıyamet koptu. Nasıl kopmasın ki?

Hırsızlardan, katillerden, gözü dönmüş sapıklardan, teröristlerden, eli kanlı diktatörlerden, katil devletlerden bahsederken bile daha ölçülü bir dil kullanmaya gayret eden bir medya organı, Mustafa Kemal Atatürk'e bunu reva görüyordu... Kahvehane ortamında bile söylenmeyecek bir sözü televizyondan yayımlamak... İnsanı aklı almıyor gerçekten.... Bunun neresi basın özgürlüğü? 

Velev ki söz konusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmasın. Velev ki çok daha mütevazi bir şahsiyet olsun... Memlekete daha az hizmet eden biri olsun... Hatta hiç hizmet etmeyen biri olsun... Hatta zaman zaman zararı dokunan biri olsun... Bir insana inandığımız dinin hiçbir değeriyle bağdaşmayan bir söylemle saldırmanın kime ne yararı olabilir Allah aşkına? Zulüm diyorsunuz ya... Nefretten medet umarak toplumun canını acıtmak asıl zulüm değil mi? 

Neyse ki millet böylelerine prim vermiyor... Neyse ki millet bir insanı eğrisiyle doğrusuyla sevmeyi biliyor. Neyse ki millet kıymet biliyor! Neyse ki insanlar ona sövenler ile onu sömürenlerin derdinin ne olduğunu biliyor! Tabii şimdi bu dediklerime inanmayıp halkı aşağılama pahasına "Milletin hiçbir şey bildiği yok!" diyenler olacaktır... ;) Lâkin bu tespit doğru olsaydı... Tam 77 yıl sonra 10 Kasım'da sirenler onun için çaldığında milyonlar, hiçbir zorlama olmadan tamamı ile kendi rızalarıyla saygı duruşuna geçmezdi! 


3 Kasım 2015 Salı

Seçim Meçim... ;)



Beş ay içinde ikinci kez sandığa gittik. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında sadece beş ay olmasına rağmen iki seçim sonucu arasında dağlar kadar fark var. Elbette ki beş ay boyunca memlekette çok şeyler yaşandı. Özellikle de acı şeyler... Gerek bu acı şeyler gerekse başka başka bir sürü nedenler seçim sonuçlarını etkiledi. Bütün bunların ilgililerce araştırılması gerekiyor. Fakat bunu yapması gereken kurum ya da kuruluşlar da bu konuda pek becerikli değil. Yoksa istekli değil mi demeliyim? 

Öz eleştiri yapmak zordur. Bu yüzden siyasi partilerin kendilerini eleştir(e)memelerini anlayabiliyorum (!) ;) Fakat anket şirketlerinin başarısızlığını anlayamıyorum. Şampiyon ilan edilen anket şirketi bile ancak 2,5 puan farkla seçim sonucunu tahmin edebilmiş! Gerçekten her nedense anket şirketleri seçim sonucunu öngörmekte aciz kaldılar.

Tabii hâl böyle olunca insanın aklına başka başka şeyler geliyor. Seçim için yapılan bir ankette bir iki puanlık sapma olabilir, bu hatadır. Ve normaldir. Ancak neredeyse on puanlık bir sapma varsa... Bunun adı hata değil, manipülasyon olur! Bu noktada şunu belirtmek isterim ki burada "komplo teorisi" üretme amacı gütmeden komplo teorisi üretmiş bulunmaktayım! ;)

Sonucu öngörmekten geçtim, anket şirketleri sonucun ardından nedenler üzerinde düşünebilmekte bile acizler. Şahsen anket şirketlerinin bu acınası hâllerini, kopya çekmek serbest olduğu hâlde bir türlü geçer not alamayan öğrenciye benzetiyorum. Nitekim sonuçlar belli olduğu hâlde hâlâ mantıklı çıkarımlar yapamıyorlar. ;)

7 Haziran seçimlerinden sonra Demokrasi Bayramı diye bir yazı yazmıştım. Ve insanın fikrinin sorulduğu bu en büyük organizasyonu Demokrasi Bayramı olarak nitelemiştim. Fakat o yazıda her ne kadar arka planda işlesem de altını çizmeyi unuttuğum bir şey vardı: Saygı. Bu yüzden geç de olsa bu gün, bunu vurgulamak istiyorum... 

Her geçen gün eften püften bahanelerle kutuplaştığımız, kutuplaşmaya teşne olduğumuz bir ortamda sevinçten ya da üzüntüden kendimizi kaybedip hiç kimseyi aşağılamayalım, horlamayalım, dışlamayalım, hedef göstermeyelim... Peki ya ne yapalım?  Biliyorum onca şeyden sonra zor olacak ama birbirimize, seçimlerimize, saygı duyalım! Çünkü demokrasi tam da bunu gerektiriyor! Bunu yapmakta zorlananlara tavsiyem şu: Bir an için, sadece bir an için sizin savunduğunuz siyasi fikrin tamamen yanlış olduğunu, olabileceğini düşünün! Eminim bunu yapabilirseniz, empati de kurabilirsiniz!

Her seçim sonrası siyasi fikri ne olursa olsun, hangi partiye oy verirse versin, herkes Aziz Nesin'in "Türk milletinin % 60'ı aptaldır!" sözünü paylaşır. Bu, âdeta vazgeçilmez bir seçim ritüeli olmuş.  ;) Fakat çok azı  hiçbir kitabını okumadıkları Aziz Nesin'in neden böyle bir şey söylediğini merak edip de araştırmıştır.

Aziz Nesin, mizahın konuşulduğu bir platformda mizahi bir soruya cevaben "Türk milletinin % 60'ı aptaldır!" demiştir. Daha sonra bu cevabının nedeni sorulduğunda "Evladım, % 92 diyecektim, dilim varmadı!" diye yanıt vermiştir. Buradaki % 92 vurgusu, 1982 Anayasası referandumunadır. Üstat burada darbe anayasasına "Evet" diyen %92'yi eleştirmektedir. Fakat üstadın yaptığı ironiyi neredeyse tamamen tersinden anladığımız düşünülünce insan, her şakanın altında bir gerçek aradığı gibi bu şakanın da altında bir gerçek aramadan edemiyor. ;)


Sonuç olarak onlarca, yüzlerce hatta binlerce aydının halkı yücelten eserlerini bir kenara bırakıp hiç okumadığınız büyük bir yazarın bir esprisinden yola çıkarak milletin % bilmem kaçına aptal derseniz... Buna sığınarak öz eleştiri yapmazsanız... Buna sığınarak hakaretlerinize kaynak ararsanız... Biri de çıkar üstat gibi mizaha devam eder ve der ki "Türk milletinin %60'ı aptaldır. Fakat geri kalan %40'ı daha da aptaldır!" Bilmem anlatabildim mi? ;)

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...