31 Ağustos 2013 Cumartesi

Volkan, Şen Olmalı!

Volkan, şen olmalı!

İspanya Kralı Franco'nun zamanında "Ben halkımı 3 F ile yönettim..." diye buyurduğu rivayet olunur. Franco'nun kısaca 3 F ile formüle ettiği Fado, Fiesta ve Futbol'dur. Bunların Türkçe karşılığına gelince... Her ne kadar özellikle Fado'ya çok farklı anlamlar yüklense de bu formüldeki kelimelerin Türkçesini sırasıyla müzik, eğlence ve futbol diye ifade etmemizde bir sakınca yoktur. Onun basit bir formülle dile getirdiği sistemine burun kıvıranlar, ülkesinin başında 36 sene kaldığını duyunca ön yargılarını bir kenara bırakabiliyor... :) Neyse...
Franco'nun bu çağda bile var olan benzerleri gibi futbolu, kitleleri avutma amacı olarak kullandığını görmek mümkün. 21. yüzyılda iş "kazan kazan"a döndüğü için kraldan fazla kralcılar misliyle türüyor artık. İnsan tarafından geliştirilen en büyük örgüt olan devletler bizzat 3 F kültürünü destekliyor. Gerçekten temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan acizken eğlence kültürüne vakıf olmaya çalışan topluluklar, devletler var. İşin tuhaf yanıysa onca imkânsızlık içinde insanlar, bir şekilde eğlence kültürünün bir parçası olmayı başarıyorlar...  Ama müzikle, ama bin bir bahaneyle türetilen festivallerle, ama futbolla...
Maçlara gidenler, gidip küfür edenler, kendisine küfür edildiği için kavga çıkaranlar, şike yapanlar hatta sözde futbol uğruna adam öldürenlerin hepsi kara cahil ya da onmaz birer fanatik mi sizce? Hayır, tabii ki değil! Bunlar arasında farkında dahi olmadan avutulanlar var... Franco'nun hedef kitlesi yani! :)
Aslında maça giden bu kitlenin amacı sadece günlük stresten kurtulmak... Sporla, futbolla hele hele "fairplay"le alakaları bile yok... Ama işte "zalım futbol" diğer spor dallarına nazaran şiddeti içinde daha fazla barındırıyor... Bu adamları da yoldan çıkarıyor (!) Geçmişte içinde şiddetli dövüşlerin yapıldığı "arena"lardan esinlenmişçesine futbol mabetlerinin isimlerinin sonuna "arena" kelimesinin kondurulması da ilginç bir tesadüf doğrusu. :)
Futbolun içinde rekabet olduğundan ve yeteneğin olmadığı yerde var olan rekabet kısa sürede şiddete evirileceğinden futbol, şiddete her zaman teşnedir! Gözlerindeki dolar işareti nerdeyse somut bir şekilde görülebilecek olan rant avcıları da işin içine girince futbola küfrün, şiddetin, şikenin hakim olması işten bile değil!
Hazır CAS, karar vericilerin elini güçlendirmişken... Hazır CAS, evvelden düştüğü hâlde onlarca kez yerden alıp başımıza koyduğumuz takkemizi başımızdan çıkararak kelimizi dünyaya ayan etmişken... Hazır dibin dibine vurmuşken... Ve bu işin asıl aktörleri bile artık isyan etmişken... Yükselmenin, yükselmek için en baştan almanın tam zamanıdır...
Bilindiği üzere kendi taraftarının küfrüne maruz kalan Volkan Şen, sahayı ağlayarak terk etmişti. Bunun üzerine aynı küfürbazlar profesyonellikten dem vurarak yine küfür ettiler. Üstelik başkanları bile Volkan'ı haksız buluyordu...
Birini suçlarken dikkat etmek lazım. Nitekim bir parmağımız bizce suçlu olanı gösterirken, diğer üç parmağımız bizi gösterir. Gerçekten hayatta "bağğzzzı şeyler" vardır ki çok mühimdir. Nedir onlar? Namustur, şereftir... Size küfredildiğinde buna bir karşılık vermezseniz bunlardan şüphe edilir... O bakımdan Volkan'ı eleştirenlerin kendi günlük yaşantılarında küfürle karşılaştıklarında profesyonel davranacağını hiç sanmıyorum. Üstelik Volkan gibi ağlamakla yetineceklerini hiç hiç hiç sanmıyorum! :) Gerçekten böyle durumda en medenimiz dahi işi gücü bir kenara bırakıp soluğu mahkemede alır. Peki Volkan Şen ne yapsaydı? Stattakilere dönüp "Ben tek, hepiniz bir!" mi deseydi yoksa bütün stadı, komple, dava mı etseydi? :) Yoksa duymazdan mı gelseydi, bir kez daha? Bence Volkan Şen, en güzelini yaptı... Anlayana tabii! :)
UEFA şikeyle mücadele konusunda futbolculara büyük sorumluklar yüklüyor. Irkçılık için de öyle. Küfür ve şiddet için de öyle olmalı! Eğer Volkan gibi, on tane daha "profesyonel olmayan" futbolcu çıkarsa... Eğer on tane futbolcu daha küfür edilince "misketi elinden alınmış çocuk gibi" ağlarsa... İşte o zaman bir şeyler olabilir! Belki ilk etapta üç beş futbolcunun canı yanar. Belki bir süreliğine futbolumuz zevk vermez. Ki zaten şu anda da vermiyor. Ama bir süre sonra sırf astronomik ücretler alıyorlar diye futbolcularımızın annelerine, eşlerine küfretmemeyi öğrenebiliriz. Ve yine bir süre sonra rakibe saygı duymayı öğrenebiliriz. E tabii saygı olunca küfür olmayacak. Küfür olmayınca  şiddet meylimiz azalacak.  Bunlarla doymaya alışmış gözlerimiz yeteneği, rekabeti ve kim bilir belki de "fairplay"i arayacak...
Sonuç olarak... Bizi birileri yönetse de biz de temiz değiliz... Yaptıklarımızın farkında olmalıyız. Küfre ve şiddete göz yummamalıyız hiçbir zaman. O bakımdan sahadan çıkarken ağlayan Volkan, ŞEN olmalı! Çünkü o yıllardır "üç maymun"u oynayan futbolcuların aksine "Görüyorum, duyuyorum, biliyorum... Ama çaresizim. Ağlıyorum!" dedi. Asıl ağlaması gerekenler ise "Küfür de mi etmiyak?" mantığına destek olanlardır!

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Fatih Terim Yine "İn"

Fatih Terim yine "İn"

Milli Takım'ın Abdullah Avcı zamanındaki performansı futbolseverleri futboldan olmasa da milli takımdan soğutmuştu. Hatta televizyon izlerken Milli Takım'ın maçı denk gelse çarçabuk kanalı değiştirmeye başlamıştık... Artık bırakın finallere gidebilmeyi maç kazanmayı bile hayal edemez olmuştuk. Tam da bu sırada düğmeye basıldı ve her zamanki gibi giden yine "OUT", üçüncü kez göreve gelen Fatih Terim yine  "İN"oldu.
Bir Fenerli olarak onunla hep gurur duydum... Acı ama gerçek! :) Agresifliğini eleştirsem de kararlılığına, yönetme kabiliyetine ve her şartta başarıya giden yolu bilmesine hayran olmamak mümkün değil! Ülkesine olan sevgisi ve gerektiğinde herkesten daha çok fedakâr olduğu da yine hepimizin malumu... Gerçekten Fatih Terim, Milli Takım için öne çıkan isimlere on kere tur bindire gelmiştir... Söz konusu Milli Takım olduğunda Galatasaraylılığına rağmen Türkiye'ye yaşattıkları sayesinde akla ilk gelen Fatih Terim olur. Dünyada bile... Ancak! Onun bir kez daha, hem de Galatasaray'ı çalıştırırken, Milli Takım'ın başına getirilmesi birçoklarını rahatsız ediyor. En azından beni! :)          
Gerçekten TFF, Fatih Terim'in hem Galatasaray'ı hem de Milli Takımı' aynı anda yönetmesini kabul ederek dünyada bile örneğine çok rastlanmayan bir uygulamaya gitti. Normal bir ülkede normal karşılanabilir bir uygulamadır belki de... Ama bizim gibi futbolu şikeyle çalkalanan  bir ülkede bu, yangına körükle gitmektir!
Aslında onlarca seçenek arasından her şeye rağmen en garanti olanı seçen TFF'yi eleştirmemek lazım... Ya da TFF'yi eleştirmeden önce başka kişi ve kuruluşları da eleştirmek lazım... Çünkü İnsan Kaynakları Yönetimi'nde eksikliği olan sadece TFF değil! Gerçekten ülkemizde hemen her kadroda ehil olmayan kişileri görebiliriz! Matematik mezunu bakkalllar, mühendis turizmciler, öğretmen kırtasiyeciler, siyasal mezunu öğretmenler... Hatta eğitimci olmayan Milli Eğitim Bakanları gördük biz... En azından Fatih Terim, işinin ehli! :)
Günü birlik başarılar için onlarca kıymetli hocayı denemeye bile layık görmemek... Sadece dört maç için kıymetli hocalarımızı küstürmek... Bence bu, İnsan Kaynakları Yönetimi'nde ne derece eksiğimiz olduğu hakkında bize fikir veriyor!
Ülkemizde öz geçmişleri Fatih Terim kadar kabarık olmasa da birbirinden değerli hocalar var. Bu değerli hocalardan kendilerine şans verilenler de var, az da olsa. Başarılı olana dahi sabır gösterilemeyen bir ülkede... Ve yine başarılı olana dahi sabır gösterilemeyen bir sektörde... Ve yine aynı anda iki takımı yönetecek "bir hoca"dan ziyade aynı anda tek bir takımı yönetecek "iki hoca"ya ihtiyaç duyulan bir pozisyonda... Bu değerli hocaların şansı çok yok aslında!
Bir başka olaysa şu: Madem Fatih Terim bu kadar başarılı, madem her sıkıştığımızda ondan medet umacağız... Madem onu gönderdiğimizde yerine gelen bile geçici bir süre geldiğinin bilincinde olacak ve "gözü kenarda genç bir futbolcu gibi" ürkek ürkek yönetecek takımı... O zaman ne gerek var ikide bir hoca değiştirmeye? İşi sağlam tutsak, göreve getirdiğimiz adamlarla kallavi sözleşmeler imzalasak... Göreve gelmeleri için gösterdiğimiz çabayı gitmemeleri için gösteremesek bile en azından görevi bırakmaları için çaba göstermesek... Sabretsek, edebilsek, kıymet bilsek... Belki o zaman İnsan Kaynakları Yönetimi ilkelerini alt üst etme pahasına Fatih Terim'i bilmem kaçıncı kez Milli Takım'ın başına geçmesi için ikna etmekle uğraşmayız... Aksi takdirde on sene sonra gazetelerimizde şöyle bir haber görebiliriz: "Real Madrid'in Hocası Fatih Terim, Real Madrid, Galatasaray ve Milli Takım'ı birlikte çalıştırmaya kabul etti!" :)

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Linç Kültürü

Linç kültürü

Dünyanın her yerinde savaşlar, katliamlar var... Hatta bizzat bizim şehrimizde, sokağımızda... Belki dünyanın farklı noktalarında olduğu gibi olanca vahşetiyle tezahür etmiyor... Fakat belirtilerini okumak için azıcık dikkat yeterli...
Ülkemizde gözle görülür bir katliam yok belki, çok şükür! Ama katliamın hammaddesi nefret, şiddet ve cehalet bizim de sokaklarımızda mevcut. Gerçekten en ufak bir olayda birbirimize karşı nefretle dolabiliyoruz. Çünkü aklımızın bir köşesinde ve daha kötüsü kalbimizin derinlerinde bir yerde lince meylimiz var... Ondan olsa gerek her gün linç kültürünün muhtelif örneklerini görüyoruz medyamızda...
Gerçekten gün geçmiyor ki televizyonlarımızdan evlerimize bir şiddet haberi taşmasın... Çığırından çıkmış dünyada cahillik kaynaklı her tür bela karşısında şaşırmamak lazım aslında. Sonuçta işin içinde insanoğlu var... Ama şiddete maruz kalanlar arasında topluma hizmet edenler de olunca anlıyorum ki gördüklerim karşısında şaşırmayacak kadar yaşamamışım bu hayatta...
Bir bakıyorsunuz bir yerde eylem var... Bilindik olayların aksine polis "orantısız güç" falan kullanmamış... Ama densizin biri çıkıp kendisi gibi bir ana evladı olan polise öldüresiye saldırıyor... İşlerinin gereği polislere yapılan şiddete alışığız aslında... O yüzden onlara yapılan her türlü saldırının onlardan kaynaklanan bir sebebi olduğunu düşünüyoruz. Oysa bunun adı: ön yargı!
Polise olan şiddeti ön yargılarımızla ört bas edebiliyor, bilinçaltımıza itekliyoruz... Peki ya öğretmene şiddete ne diyeceğiz? Bunu nasıl açıklayacağız? Bin bir bahaneyle öğretmenlerimiz şiddete maruz kalmakta...  Üstelik şiddete maruz kalan zevat arasında en korunmasız olanlar yine öğretmenler... Doğru dürüst bir güvenlik yok okullarda... İki adımla elini kolunu sallayarak okula girenler üç adımda sınıflara dalabiliyor, peygamber mesleği yapan insanlara çoğu zaman sudan bahanelerle şiddet kusup, ölüm yağdırabiliyorlar!
Hemen her hafta hastalarını tedavi etmekten başka  dertleri olmayan sağlık çalışanlarına, yine hasta yakınlarınca sudan sebeplerle zulüm reva görülüyor... Güvenlik kameralarının görüntüleri televizyonlarımız aracılığıyla evlerimizi doldurduğunda hepimiz korku filmi izliyormuşçasına nefesimizi tutuyoruz. Gencecik doktorlar, sağlıkçılar çoğu zaman kendileriyle alakalı olmayan nedenlerden ötürü vuku bulan olayların sonucunda, ellerinde bıçaklı sözde modern insan özde ilkel canavarlar tarafından kovalanıyorlar. Ve bu vahşete çoğu zaman bir dur diyen çıkmıyor. Biz ise soluğumuzu tutarak canavarların, insafa geleceği anı bekliyoruz... Tıpkı mağdur ve mağdureler gibi, çaresizce!
Gazeteciler de maruz kalıyor şiddete, avukatlar da... Taksiciler de şikâyetçi şiddetten, hostesler de... Şiddete maruz kalan meslek erbabı o kadar fazla ki... Bu şiddet yelpazesi o kadar geniş ki... Türkiye Cumhuriyeti'nin koskoca Başbakan'ın Yardımcısı dâhi bu yelpazede kendine yer bulabiliyor! Başbakan Yardımcısı'na yumruk atılmasını, yumrukla adalet sağlanmasını, münferit bir olay olarak görüp geçiştirmek de mümkün değil! Nitekim daha önce buna maruz kalan bakanlar da vardı...
Lince meyilli olanların hatta bizzat linç uygulayanların hep hazır birer bahanesi vardır. Oysa bu işin yegâne sebebi: ilkelliktir... İşin garip tarafıysa linç kültürüne tamah eden insanlar, kendileri en ufak bir hukuk dışı muameleye maruz kaldıklarında hemen haktan hukuktan dem vururlar... Biri de çıkıp demez ki "Be hey gafil, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?"
Sebep ne olursa olsun şiddet çözüm değildir! Ki şiddete başvuranların çoğunun sunduğu sebeplerin hiçbiri başvurdukları yolu makul göstermeye yetmiyor! Ancak velev ki şiddet gösterenler haklı olsun... Velev ki bir taksici bir kazada ölüme sebebiyet versin, bir öğretmen haddini aşıp bir öğrenciyi tartaklasın, hatta bir doktor ölümle sonuçlanan bir hata yapsın... Bunların hiçbiri bize şiddete başvurma hakkı vermez! Kabul etmek çok zor ama tepkilerimizi ancak ve ancak kanunlar ölçüsünde göstermeli, haklarımızı hukuk yoluyla aramalıyız!
Linç kültürünün ortadan kaldırılması hususundaysa insanoğlunun bulduğu en büyük örgüt olan "devlet"e çok büyük bir görev düşüyor: İşleyen-yaşayan kanunlar yapmak ve belki de daha önemlisi bu kanunları uygulamak... Bu kanunlar öyle kanunlar olmalı ki... Ne kimse linç için bahaneler üretebilsin ne de kimse lince yeltenmeyi aklından geçirebilsin! 

19 Ağustos 2013 Pazartesi

R4bia

R4bia

Mısır'daki son olayların ardından Tahrir Meydanı'na âdeta rakip olan bir meydan gündeme geldi: Rabiatul Adeviyye. Meydan ismini, İslam dünyasının kadın alimlerinden olan Rabiatul Adeviyye'den almıştır.  Adeviyye, ailenin dördüncü çocuğu olduğu için isminin başına Rabiatul konulduğunu belirtmekte fayda var. Rabiatul Adeviyye, hayatı boyunca verdiği özgürlük mücadelesiyle anılıyor. Bu gün onun isminin verildiği meydanda yine bir mücadele var...
Bu mücadeleye katılanlar meydanın ismine atıfta bulunmak için kendilerine has bir zafer işareti oluşturmuş durumdalar. Ve görünen o ki baş parmağın avuç içine doğru katlanması suretiyle yapılan dört işareti alternatif bir zafer işareti olmaktan daha fazla anlam taşıyor. Hakikaten işarete, zafer işaretinden ziyade bir başkaldırı anlamı yüklenmiş durumda. Üstelik işaret ülke sınırlarına da aşmış. Devlet başkanlarından futbolcusuna kadar çok büyük bir kitle bu işareti kullanarak gerek gerçek gerek sanal alemde Mısır halkını selamlıyor.
Çağımızda başta bilgi akışı olmak üzere her şey daha hızlı. Şahsen dünyanın dönüş hızının arttığını dâhi söyleseler şaşırmam. Gerçekten son yıllarda üretilen bilgiyi insanlık tarihi boyunca üretilen bilgiyle kıyasladığımızda "hız"ımızın ne kadar arttığı gözler önüne serilecektir. Ancak üretilen bilgilerin her zaman insanlığa hizmet etmediğini, aksine bazen insanlığın sonunu hızlandırdığını söyleyebiliriz. Çünkü bazen üretmekten çok öldürmeye odaklanıyor insan!
Yine de dünyanın bir ucundaki olayların, anında dünyanın öbür uçlarına ulaştırılabilmesi müthiş bir nimet. Yine bir zulme, dünyanın öbür uçlarından tepki gösterilmesi de güzel... Hele bu tepkinin anında gösterilmesine şapka çıkarmak lazım! Ancak bu konuda yeterince tepki göstermemiz, evvelinde olan yahut sonradan olabilecek olaylarda tepki göstermememize neden olamaz. Nitekim bu işin sırası yoktur. Ve insanın omurgası vardır. Doğruya her zaman doğru diyebilmeli, zulme her zaman dur diyebilmeliyiz! Aksi olursa samimiyetimiz sorgulanır hatta ikiyüzlü damgası yeriz!
Gerçekten insanlık tarihi kara lekelerle dolu. İnsanlığın bu konudaki öz geçmişine internetten ulaşabilirsiniz. Ben kendi çağımdakileri yazmakla yetineceğim. Mesela Karabağ'a değinmek istiyorum. Mesela Srebrenitsa'ya... Arakan'a, Urimçi'ye, Rajova'ya... Breivik'in Norveç'te yaptığı katliama...  Ve Mısır'daki katliama... Zamanı sınırlı tutmama rağmen tam yedi katliam zikrettim! Gerçekten "ölülerin şafağını" yaşıyoruz sanki... Şartlar oluştuğunda eşref-i mahluk olan insan, yaratanı dahi unutarak yaratılmış olanı yok etmekten hiç çekinmiyor. Hem de ne yok ediş...
Petrol uğruna Irak'a iki kere girmek için gerekli ortamı hazırlayanlar, dünyayı kontrol etmek amacıyla Afganistan'a girmek için her türlü fırsatı değerlendirenler, kendi çıkarları uğruna İran'a girmek için fırsat kollayanlar yukarıda adı geçen katliamlarda ya kıllarını bile kıpırdatmadılar ya geç kaldılar hep!
Sürekli, ülkemiz dışında olayları baz alarak kendimizi değerlendiriyoruz. Normal olarak... Ancak bazen yanlışlar yapıyoruz! Zaman içinde insan fikirlerini değiştirebilir. Bunu anlamaya çalışabiliriz. Ancak hem çark ederek ölümüne eleştirdiği fikirleri ölümüne savunan hem de ilkeden dem vuranları anlamak mümkün değil. Savaş her yerde savaştır, katliam her yerde katliam! Darbenin unsurları da bellidir şiddetin nerede başladığı da... Duruma göre yorum yapmanın ötesine geçip ilkeleri temelinden değiştirmek onmaz bir Makyavelizmden başka bir şey değildir...
Son olarak yer yüzündeki her tür çatışmanın çözüme odaklanmak istiyorum... Öncelikle iç dinamikler harekete geçirilmedikçe hiçbir dış müdahaleyle bir milletin yıkılamayacağını düşündüğümü belirteyim. Eğer aksi olsaydı yüce Türkiye Cumhuriyeti çoktan yıkılırdı. Allah korusun! O bakımdan Mısır'daki asıl meselenin, kendi kendilerine tahammül edememeleri olduğunu düşünüyorum. Mısır'daki mesele başta olmak üzere her tür çatışmanın yegâne çözümü ham maddesi hoş görü olan bir sistemdir. Bu sistemin adıysa, demokrasidir! Şiddetten, katliamdan medet umanlar bilmelidir ki her şeyin sonunda gelinecek nokta hâlâ "demokrasi"dir. Ve insanlık daha iyi bir sistem üretene kadar en iyi sistem yine demokrasi olduğu için bu vahşetlerin hepsi abesle iştigaldir!

15 Ağustos 2013 Perşembe

Bir Lig, Bir Reçete

Bir lig, bir reçete

Süper Lig acısıyla tatlısıyla bittiğinden beri birçok futbolsever âdeta hayata küsmüştü. Üstelik futbol sektörüne paralel olarak diğer birçok spor dalı da tatile girmişti. Hâl böyle olunca milyonlarca sporseveri hayata bağlayabilecek tek bir şey kalıyordu: spor haberlerindeki çoğu yalan olan transfer haberleri... :) Spor kanalları ve siteleri durumu bildiklerinden ve belki de sadece sporseverleri düşündükleri için "kesin bilgi" olmadığından kesinkes emin oldukları transfer haberlerini bile haber yapmaktan geri durmadılar! :)
Eleştirmeme bakmayın... Gerçekten acıyorum bu kanallara-sitelere... Yılın bu mevsiminde işleri o kadar kesat oluyor ki büyük bir spor kanalı bile yaz boyunca boğaların üstünde üç beş saniye durmanın matah bir şey sayıldığı bir garip spordan medet umar olmuştu. :) Açıkçası bu garip spordansa yalan da olsa transfer haberleri yapmalarına razı oldum şahsen...
Nihayet... Spor camiasının geçen hafta Süper Kupa ile siftah yapmasının ardından Süper Lig başlıyor! Süper Kupa performansının ardından tüm heyecanıma rağmen geçen yıldan farklı şeyler beklemiyorum! Neden mi?   Futbol çok farklı değişkenleri olan bir spor. Süper Kupa sürecinde kendimce bu değişkenleri gözlemledim. Geçen yılla kıyaslayarak... Açıkçası görünen köy kılavuza hacet yok diyor! Gerçekten beklenti olacaksa değişkenlerin azıcık da olsa gelişerek değişebilmesi şart! Şimdi bu değişkenlere değinelim, izninizle.
Öncelikle spikerlerle başlamak istiyorum. Futbol üzerinde belki de en az etkisi olanlar spikerlerdir. Ama maç anlatırken heyecana doğrudan etki edebilme imkânına sahipler. Ve maalesef bazı spikerler derbileri dâhi amatör küme maçı anlatıyormuşçasına ruhsuz anlatabiliyor, internette dolaşan Arap Spikerlere imrenmemize neden oluyorlar! :) Spikerlere, "Biraz heyecan lütfen!" diyorum...
Spikerlere yakın ama onlardan daha etkili olabilen, olmak zorunda olan bir diğer değişken ise yorumcular... Bunların çoğu mevcut sporcu ve hakemlerin şartlarını kıskanan eski futbolcu ve hakemlerden oluşuyor. Kıskandıkları için sağ duyudan uzak kışkırtıcı yorumlar yapıyor, katkı sağlamaktan uzak kalıyorlar! Gerçekten dünyadaki benzerleriyle aynı kalitede iş yapabilen yorumcularımızı sorsam size... 1) Falanca, 2) Filanca diye başlarsınız belki. Ama 5'e varamazsınız! Yorumculara "Kaleminize azıcık kuvvet ama daha çok kalite lütfen!" diyorum!
Sahalar ve stadyumlar... Maalesef belirli bir standardımız yok. Var olan standarda uyan statlar ise üçle beşle sınırlı! Bırakın aileleri bekârlara dâhi uygun değil statların çoğu! Üstelik gezegendeki statlara göre çok pahalı! Küfrün ve de şiddetin son bulması için ailelerin statlara gelmesini istiyorsak başta TFF ve devlet büyüklerine "Daha fazla yatırım, daha fazla teşvik!" diyorum!
Hakemler... Ben de bir taraftar olduğum için... Ne desem de sizi kızdırmasam şimdi? :) İşin şakası bir yana en az futbolcular kadar etkili değişken hakemlerdir. Fakat futbolumuzun kalitesizliğinde en az payı olan da hakemlerimizdir. Nitekim dünyada da benzer hataların yapıldığı ama bizden kaliteli yedi ligi sayabilirim size. Hem de bir çırpıda! Yine de bazı hakemlere "Dünya liglerini özellikle hakemlerini izleyin!" diyorum.
Başkanlar... Onlara diyecek çok bir sözüm yok. Gerçekten bu konuda "Başkanlar 40 gün sussa, sporda gerilim biter!" diyen Sn Bakan'a katılıyorum. "40 gün sussunlar... Yeter!" :)
Hocalar... Evvelâ geçmişlerini hatırlasınlar ama geçmişte kalmasınlar! Gençlere önem versinler ama sadece kâğıt üstünde değil! Günü kurtarma adına başkanların üsluplarına heves etmesinler! Gerekirse başarıyı yeniden tanımlasınlar ama ilkelerinden ödün vermesinler... Bonservis bedeline değil performansa önem versinler... Söz konusu rakip olduğunda hadlerini bilsinler... Rekabeti bilsinler ama "Fair Play'i tercih etsinler! Konuşsunlar ama germek için değil!
Futbolcular... Oynasınlar! Mahalle arasında oynadıkları gibi heyecanla! Yarın yokmuşçasına! Aldıkları milyonları unutsunlar... Ama rakibe saygı duysunlar... Taraftarı sevsinler ama gerçekten! Konuşsunlar da... Ama çok değil! Nitekim işleri bu değil!
Taraftarlar... Takımlarını desteklesinler, iyi olmayanı eleştirsinler! Ama önce öz eleştiri yapsınlar! Kendileri işlerinde ne kadar iyi? Bunu kendilerine sormadan kimseyi eleştirmesinler! Tepkilerini ortaya koymadan önce annelerini, eşlerini ve de kızlarını düşünsünler... Sporu düşünsünler... Sporsever olduklarını unutmasınlar! Empati falan da diyeceğim ama zorlamaya gerek yok! :)
Son yıllarda sadece gerginliklerle, küfürlerle, kavgalarla ve şikelerle gündeme gelen futbolun bir spor dalı olduğunu tekrar hatırlamamız için aklıma ilk gelenler bunlar... İşe yarar mı bilmiyorum... Ama bu tip reçeteler teoride kalmaya devam ederse ligimizin kalitesi de gerilemeye devam edecek! Bunu çok iyi biliyorum!

11 Ağustos 2013 Pazar

Son Irkçı (!)

Son ırkçı (!)

ABD’li ünlü ‘talk show’ yıldızı Oprah Winfrey, geçtiğimiz günlerde İsviçre’nin başkenti Zürih’te ırkçı bir olaya maruz kaldığını anlattı. Bu her daim prim getirecek bir haber olduğundan birçok medya organı irdelemeden, elmalarla armutları birbirine karıştırma pahasına, bu haberi halka ulaştırdılar.
Yazımın devamında değineceğim noktaların yanlış anlaşılmalara mahal vermemesi için öncelikle ırkçılığın ve de her tür ayrımcılığın insanların lügâtında hiç olmaması gereken kavramlar olduğuna inandığımı belirtmek isterim. Gerçekten bu iki kavramın anlamını bilip de savunmaya devam etmek insanlıkla bağdaşamaz! Yine de kimi zaman bilinçaltımızın dışavurumu olan reflekslerde rastlıyoruz ırkçılığa... Kimi zamansa daha sistematik bir şekilde yapılan ırkçılıklara tanık oluyoruz...
Ancak! Bu iki kavram farklı şeylerdir. "Irkçılık", insanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren bir kavramdır.  Tanıma dikkat edersek ırkçılıktan bahsedebilmek için ırka dayalı bir üstünlük söz konusu olmalı. Fakat ayrımcılık için böyle bir sınıflama yoktur. Hatta ayrımcılığın, ırkçılığı kapsadığını bile söyleyebiliriz.
Niyetimin kötü olmadığını yeterince ispatladığımı düşünüyorum. :) Artık mevzuya gelelim... Oprah Winfrey, bir çanta mağazasına gider. Kilitli bir dolapta bulunan 74 bin TL'lik bir çantayı görmek ister. Ancak görevli ona parası yetmeyeceğini söyler. Oysa müşterinin yıllık geliri 77 milyon dolardır! Oprah Winfrey, ısrar eder. Ama görevli her defasında başka ürünler gösterir. Hâliyle Oprah Winfrey mağazayı terk eder.
Ortada kabul edilemez bir durum olduğu kesin! Ancak bu durumun "ırkçılık" olduğu ise bence kesin değil. Aslında olayı "duyunca" ortada bir ırkçılık olduğu konusunda insanın bir şüphesi kalmıyor. Şahsen ben de öyle hissettim. Ancak kulağımla duyduğumu bir de görmek için televizyona baktığımda olayın ırkçılık olmadığını düşünmeye başladım. Ekranda gördüğüm kadarıyla Oprah Winfrey'in göze ilk çarpan ten rengi olsa da kilosu da dikkat çekiyor.  Hakikaten en hafif tabir ile "balık etli" bir vücuda sahip. Bu vücutla giyime de azıcık dikkat etmeyince sıradan ev kadınından (!) bir farkınız kalmıyor. Ve dünyanın birçok yerinde "ev kadınlığı" siyah olmak kadar kötü (!) bir şey, maalesef!
Her iki durum da feci. Sonuçta Oprah Winfrey mağdur ve de haklı! Ama bu olayda sadece ırkçılık olduğu doğru mu? Benim aklıma gelen onun aklına gelmedi mi hiç? Karşılaştığı durumun fiziğinden kaynaklanabileceğini hiç düşünmedi mi? Yoksa düşündü de bu durumdan utandı mı? Ne de olsa "show dünyası" mensubu... Ve bu show dünyasında kiloları yüzünden başına gelenleri ona karşı kullanmak çoğu zaman mubahtır. Oysa "ırkçılık" denen zıkkım ete kemiğe bürünmüş savaşlar ve katliamlar olarak yer yüzünü sarmıştır. Hâl böyle olunca "ırkçılık" için dünyada her şeye rağmen belli bir kamuoyu oluşmuştur. "Show dünyası" da söz konusu "ırkçılık" olunca yanında yer alacaktır nasılsa...
Bana kızanlar olabilir. Ancak şahsen o görevlinin aynı feci davranışı benzer bir fiziğe sahip beyaz bir kadına da sergileyebileceğine inanıyorum. Hatta... Hatta doksan altmış doksan bir  siyahi bayana kesinlikle böyle davranmayacağından da eminim! Denemesi bedava! :)
İnsan, insandır. Siyahı da beyazı da... Rengimiz bize bir anlam katmaz... Yahut cinsiyetimiz bizi üstün kılmaz! Kendimizde olmayan üstünlüğü ırka sarılarak sağlamaya çalışmaksa basitliktir. Hele sonradan edindiğimiz mesleklerimizden güç almaksa karakterimizdeki sorunlara işarettir. Rengimiz, mesleğimiz, cinsiyetimiz, kilomuz, boyumuz... Bunların hiçbirinin bir ehemmiyeti yoktur gerçekten "insan" olanın gözünde! Bence böyle! Eminim sizce de öyle... :) 

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Bayramın Rengi

Bayramın Rengi


Bugün arefe. Yarın milyarlarca Müslüman’ın Bayramı, kutlu bir gün… Dileğim mutlu da geçmesi… Mutluluktan kastım bin bir çeşit şeker almak, bunları kapıya gelen çoluğa çocuğa ikram etmek değil! Mutluluktan kastım trafik kazasız, bombalı saldırısız,huzur ve barış içinde bir bayram geçirmektir!

Çok klasik bir ifadeyi kullanmam gerekiyor. "Biz farklı kültürlerden oluşan bir mozaiğiz!" :) Çok klasik oldu, değil mi? :) Ama duruma en uygun ifade bu olduğu için yapacak bir şey yok! Neyse... Her kültürün kendine has değerleri, inançları vardır. Açık bir art niyet hele hele şiddet olmadığı müddetçe karşılıklı hoş görüyü elimizden bırakmamamız icap eder. O bakımdan küskünlerin barışmak durumunda olduğu bu kutlu günlerde Ramazan Bayramı, Şeker Bayramı ayrımına hiç girmeyelim. Uygulamaya geldiğinde bir önemi kalmayan kelimelerin teorik boyutunu yılın diğer 364 gününde de tartışabiliriz...

Gerek Ramazan ayı öncesinde başlayan gerek Ramazan ayı içinde vuku bulan her türlü gerilime son ver(e)mesek bile en azından bir "es" verelim. Bayramı fırsat bilerek karşılıklı "empati" kuralım. Zor olacak belki ama "öz eleştiri" yapalım. Bu fazla mı oldu acaba? :)

Trafik kazalarına neden olmamak için hiçbir zaman olmadığı kadar dikkatli olalım yollarda. Gerekirse yola iki saat erken çıkalım, iki saat geç varalım varacağımız yere... Hiç gidememektense geç gitmek evlâdır neticede! Gözleri yolda bizi bekleyen sevdiklerimize, cenazelerimizle karşılaşmalarını reva görmeyelim.

Son olarak başta Ortadoğu hatta yanı başımız olmak üzere dünyada oluk gibi kanın aktığı savaşlara değinmek istiyorum... Mevcut durumu ve insanların yüzlerce yıldır savaştığını bilirken "barış" beklentisinde olmak biraz çocuk saflığı, biliyorum! Ama fakirin ekmeği "umut" ise ekmeğimizin peşinde koşmalıyız! Hem Müslüman yeise düşmez! O bakımdan yeise düşmek yerine umuda sarılmalıyız! "İnşallah!" demeliyiz, "Savaşlar son bulsun!" demeliyiz!Hem Müslüman olarak bayram günü "barış" temennisinde bulunmaktan daha güzel ne olabilir? O bakımdan Hem Müslüman olarak bayram günü "barış" temennisinde bulunmaktan daha güzel ne olabilir? 

Bütün bunları, bunlar gerçekleştiğinde, “Ben demiştim! Ben demiştim!” cümleleriyle ileri görüşlülüğümü ispatlama fırsatını kaçırmamak için söylemiyorum. Bütün bunlar, milletin bayramını kana bulamasından korktuğum şeyler! Üstelik geçmiş bayramlarda trafik kazaları ve bombalı saldırıların da neler yaptığını biliyoruz. Hâl böyle olunca birkaç kişiyi de olsa uyarmak istedim sadece…

Belki de kötü bir şeyler olmayacak. Trafiğe çıkınca kontrolü yitirmeyeceğiz! Akşamları televizyonlarımızın ekranlarından kazazedeler fırlamayacak evimize... Dünyanın bir yerlerindeki savaşlar belki duracak! Anlayacağınız belki de her şey çok güzel olacak ve şom ağızlılığım yanıma kâr kalacak… Dahası rengârenk geçmesini dilediğimiz bayramımızın rengi de kara olmayacak. 

Yanılmak için, bilmişliğin en iğrenç durumuyla karşılaşmamak için neler vermem ki… İnşallah yanılırım! İnşallah huzur dolu, barış dolu; trafik kazasız, bombalı saldırısız, savaşsız bir bayram geçiririz.

Cümleten İyi Bayramlar!


5 Ağustos 2013 Pazartesi

Twitter Katakullileri

Twitter katakullileri

Twitter'ın sahte hesaplara karşı savaş açtığı, dahası bu savaşın sebebinin 2014yılında halka arz planları olduğu, bununsa adamların artık daha çok para kazanmak istediği anlamına geldiği biliniyor. En azından ben biliyorum :) Aslında bu durum biraz zengin malının züğürt çenesine yaptığı zulmü anımsatıyor. Ama işin ucu bize de dokunduğu için çenemizin çalışmasında bir fayda olmasa da en azından sakınca yok.
Gelelim işin bize dokunan ucuna... Twitter'ın savaş açtığı sahte hesapların nerdeyse üçte biri ülkemizde! Durun, sayısal veri de vereyim ki yazımın inandırıcılığı atsın! :) Efendim, dünyadaki sahte hesap sayısı 20 milyon; Türkiye'deki sahte hesap sayısı 6 milyon! Şaşkınlığımı "Vauvvvv!" ya da "Abbovvv!" diye dile getirmedim ama... Ekmek Kuran çarpsın, bu kadar da katakullisever olduğumuzu bilmiyordum!
Araştırdığım, okuduğum ve de anladığım kadarıyla dünyadaki sahte hesapların çoğunun amacı çok sıradan. Öyle ki sadece iki hece: Pa-ra! :) Gerçekten açılan sahte hesaplar takipçileriyle birlikte satılıyor. Ve inanın ciddi paralar dönüyor... Hissediyorum! :)
Yine araştırdığım, okuduğum ve de anladığım kadarıyla bizdeki sahte hesapların sadece bir kısmının amacı para. "Ne de olsa serde doğululuk var. Para bizim için ehemmiyet arz etmiyor!" diye sevinecekken daha acı bir durumu fark ediyorum. Bizdeki sahte hesaplar para yerine eziklik kaynaklı! "Ezik miyiz lan biz?" diye efelenmek fayda etmiyor. Çünkü öyleyiz... En azından 6 milyonumuzun ciddi bir kısmı!
Ezik olmasak başkasının yaşamına imrendiğimizin manifestosu niteliği taşıyan o sahte hesapları açmazdık. Açtığımız o sahte hesapları babamızın hesabıymış gibi günlük takip etmez, paylaşımlarımızı başkalarına zorunlu olarak hibe etmezdik! Daha kötüsü ezik olmasak, önemsenme amacıyla sahte hesaplardan yalan yanlış bilgiler paylaşarak egolarımızı tatmin etme yolunu seçmezdik. Önemsenme amacı dedim ama bazıları çok daha tehlikeli amaçlarla yalan yanlış bilgiler paylaşabiliyor...
Yine ezik olmasak, önüne "#" işareti koyarak attığımız üç kuruşluk tweet'in TT olması için defalarca kopyala yapıştır yapmaz, "Hadi yüklennnnnn" diye yakınlarımızı gaza getirmekten zevk almazdık! Son iki paragrafı tekrar okudum. Üzgünüm ama bildiğin eziğiz biz... :)
Aslında kullanım amacına göre her icadın gerçekten nimet olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim hepimizin twitter için de şükür ettiği anlar vardır. Öyle anlar oluyor ki kallavi haber kanallarının, haber sitelerinin yayına koyamadıkları haberleri twitter'dan bir "tık"ta öğrenebiliyoruz. İki "tık"ta bizim için kıymetli bir şahsiyete ulaşabiliyor, üç "tık"ta en derin felsefik tartışmalara dalabiliyoruz. Eski arkadaşlardan bahsetmedim, onun için facebook'u kullanıyoruz çünkü! :) Böyle güzel anlarda twitter logosu; bir civciv kadar tatlı, bir tavuk kadar yaratıcı, ve bir horoz kadar güçlü görünebiliyor gözümüze. Ancak bazen twitter'da öyle yalan haberler peyda oluyor ki... Bu yalan haberler için, öyle karşı yalan haberler dolaşıma giriyor ki... İnsanın twitter logosundaki kuşun tüylerini yolası geliyor... :)
Açıkçası konunun uzmanı değilim. Dünyada bu işler nasıl gidiyor, ona da pek vakıf değilim. Özgürlüklere, demokrasiye halel getirmeden; özgürlük ve demokrasiler nasıl korunur, somut bir çözümüm de yok. Fazla zorlarsanız herkes TC nosuyla twitter'e girsin derim bak, üstüme gelmeyin! :) Ama meselenin ne olduğu açık... Biz millet olarak her icada yaptığımız zulmü sosyal paylaşım sitelerinden de esirgemiyoruz. Dünyada kullanılma şeklinin aksine başka anlamlar yüklüyoruz. Hatta global katakullilere yeni katakulliler ekliyoruz. Yaratıcılık bu olsa gerek! :) Hâl böyle olunca dünyada olmayan önlemler, yasaklar gündeme gelince yadırgamakta zorlanıyoruz...
Sonuç olarak insanları mağdur eden bu katakullilere nasıl engel olunur bilmiyorum. Ama engel olunduğu daha doğrusu olunabildiği vakit sanatçılarımız, haberleri dahi olmayan fikirlerine açıklama getirmek zorunda kalmayacaktır. Ego tatmini peşinde olanlar, insanları salak yerine koyamayacak... Ve "Ben paylaşmadım, kuzenim paylaşmış!" gibi cümleler kurmamıza neden olacak paylaşımlar da rast gele yapılmayacaktır!

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Hac ve Umre'yi Boykot (!)

Hac ve Umre'yi boykot (!)

İnternette haberlere bakarken bir televizyon kanalında katıldığı tartışmada cesur ama pek de yeni olmayan bir fikir ortaya atan Fatih Tezcan dikkatimi çekti. Konusunun ne olduğunu hâlâ öğrenemediğim tartışma programında Fatih Bey, krallarının beyaz kadın ticareti yaptığını vurguladığı Suudiler ile Amerikalılar arasındaki organik ilişkilere değindi. Fonda böyle bir ilişki varken gidilen umrenin ibadet olup olamayacağını sorguladı! Dahası Müslümânlara çağrıda bulundu ve "Müslümanlar Suud'a bir kuruş para vermesinler, hac ve umre boykot edilsin!" dedi. Kendisine karşı çıkan Savcı Sayan'la tartıştı. Sonra... Sonrasında ne olacak moderatör  "Reklama gidiyoruzzzz..." dedi ve reklama gitti! :)
Fatih Bey'in reklamdan evvel tartışma büyüdüğünde "Ben 'Hac'a gitmeyin demedim, boykot edin!' dedim." diyerek ikisinin ayrı şeyler olduğunu savunması ise kendince durumu düzeltme çabasına girdiği izlenimi uyandırdı. Hâl böyle olunca boykot kelimesi de tartışılmaktan kurtulamadı. :) Boykot kelimesinin anlamı için TDK ne diyor, üşenmedim baktım! İlk olarak "Bir işi, bir davranışı yapmama kararı" olarak geçiyor. İkinci anlamı ise "Bir kimse, bir topluluk veya bir ülkeyle amaca ulaşmak için her türlü ilişkiyi kesme" olarak açıklanıyor. İkincisi Fatih Bey'in amacına daha yakın sanki!
İslâm semavi bir dindir. Yüzlerce yıl öncesinden gelmiş ve sonsuzluğa ışık tutmaktadır. Böyle bir dinin mensupları kafalarına göre dizayn yapamazlar. En azından yapmamalıdırlar. Müslümânlar Allah'ın emirlerini akıllarına yattığı için ya da dış siyasette avantaj sağlamak için yerine getirmezler! Allah emirlerini yerine getirilmesinin yegâne nedeni, Allah'ın emretmesidir!
Suudlarla Amerikalılar için söylenenlerde haklılık payı vardır. Belki "hac'a boykot" çağrısı da sadece konuya dikkat çekmek için kullanılmıştır. Belki istemeyerek maksat aşılmıştır.. Aksi olsa bile demokratik bir düzende fikirlere saygı duymak durumundayız. Yine aynı demokratik düzenden yararlanarak karşı fikirlerimizi açıklamalıyız.
Sebebi ne olursa olsun "hac ve umreyi boykot" pireye kızıp yorgan yakmaktan farksızdır! Biz Hac'a Allah istedi diye gitmekle mükellefiz. Suudun zenginliği Allah'ın takdiridir. Bu noktada milyarlarca insanın dini inancından dolayı yerine getirmek zorunda olduğu hac  ibadetini "Suudu zengin etmek olarak görme"nin sağlıklı olmadığını dahası zerre hoş görü barındırmadığını belirtmek istiyorum. Bu mantıkla gidecek olursak namaz'ı spor, orucu özel bir diyet olarak görür ve kafamıza göre bir ibadet dizaynı yaparken buluruz kendimizi! Allah muhafaza!
Bir başka açı daha var ki pek komik! Öteden beri dini siyasete alet etmeyelim deriz. Edenleri eleştiririz... Ama burada din siyasete, hem de dış siyasete, alet ediliyor. Oldu mu şimdi? :)
Son olarak Moderatör Hanım reklama gitmeden önce Fatih Bey'in, karşısındakine soktuğu bir laf var ki... "Evlere şenlik" desek cuk oturur! :) Hakikaten kendisini radikallikle suçlayan muhatabına "Radikal bir bitkidir!" dedi. Belli ki fikirlerinin radikallikle sıfatlandırılmasından rahatsız olmuştu. Neticede o bitkiyi bilmiyorum ben. Ama aslı vardır belki. :) Nitekim TDK radikal kelimesine "köktenci" anlamı yüklemiş... Üstelik ortaya atılan fikir de öyle lalettayin bir fikir değil!
Demokrasi için özgürlük; özgürlük için ise her şeyden evvel insanın nerede duracağını bilmesi zorunludur. Günlük yaşantıda bazı şeylere tepki koyma amacıyla Allah'ın emrettiği ibadetleri yapmamaya davet, Allah'ın emrettiği ibadetleri bu suretle itibarsızlaştırmak haddi aşmaktır! Fikir özgürlüğü adı altında sınırlarımızı aşarsak demokrasiden de uzaklaşırız!

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...