23 Aralık 2015 Çarşamba

Türkçe De Mi Gonuşmıyak? ;)




Kadınlar Basketbol Süper Ligi'nde Adana Botaş'ın GS'yi yendiği maçın ardından son günlerin en komik olaylarından biri yaşandı. "Komik" diyorum ama aslında hiç de komik değil. Bu, bir "dram". ;) 

Olay şöyle gelişiyor... Adana Botaş, GS'yi yeniyor. Evet, yeniyor. Vurgulamamın olayla bir ilgisi yok aslında. Fenerbahçeli olduğumdan GS'nin yenilmesi hoşuma gittiği için bir daha yazmak istedim. ;) Tamam kızmayın, şaka yaptım... Üstüme gelmeyin, bir de İngilizce yazarım GS'nin yenildiğini! Sonuçta İngilizce biliyorum. Gerçekten TRT muhabirinin İgilizcesi ile kıyaslayınca Kraliçe Elizabeth'i tavlayacak kadar İngilizce biliyormuşum hissine kapılıyorum... ;)

Maçın ardından İngilizce bilmemesi dışında her halinden TRT muhabiri olduğu belli olan beyefendi, Yunan oyuncu Evathia Maltsi ile röportaj yapıyor. Daha doğrusu buna niyetleniyor. İşte bu niyetle,

"Evet Maltsi, tebrikler Galatasaray'ı yendiniz..." diyor tabii Türkçe. Hem de öyle bir havayla söylüyor ki sanki konuşan TRT'nin İngilizce bilmeyen muhabiri değil, Karamanoğlu Mehmet Bey... Maltsi ise acımasız, kesiyor hemen. "English (İngilizce)" diyor. Hayır, sanki babadan İngiliz hanımefendi... Oysa Yunan. Belli ki İngilizcesi ile hava atmak istiyor (!) Bu cevap karşısında adeta TRT muhabiri kalakalıyor. "Okey, okey, thank you! (Tamam, tamam, teşekkürler) Hakan söz sende." diyerek röportajı bitiriyor. Ve belki de dünyanın en kısa röportajını yapmanın şerefine layık oluyor. ;) 

Şimdi olaya farklı bakış açılarından bakmaya çalışalım... Birincisi TRT böyle bir personeli nasıl çalıştırabiliyor? Yani böylesine kurumsal bir kurumda "I go, you go, we go!" diyecek kadar dahi İngilizce bilmemek de ne demek? Kurum TRT olunca Türkçeden başka dile ihtiyaç duyulmuyor mu? Yoksa bu kadar ""dil"siz olunca Türkçenin yüceltildiği mi sanılıyor?

Olan olmuş, TRT dil bilen binlerce işsiz insan varken "dil bilmeyen" bir muhabiri işe almış diyelim... Ev hanımlarının bile "Bir yerde lazım olur!" deyip İngilizce kurslarına yazıldığı bir dünyada, koskoca TRT muhabiri kendini geliştirmekten nasıl bu kadar uzak olabilir?

Hadi onu da anladık. Yahu mübarek, karşındaki sporcunun yabancı olduğu belli... Ne sanıyordun? Sular seller gibi Türkçe mi konuşacaktı seninle? Hiç mi düşünmedin onun da seninle aynı kafada olabileceğini? Gerçekten düşünsenize onun da İngilizce bilmediğini... Allah muhafaza el kol hareketiyle anlaşmaya çalışırken bir Türk Yunan harbi çıkardı herhalde! ;)

Son olarak olaya "Herkes İngilizce bilmek zorunda mı?", "Adam TRT'de çalışıyor, BBC'de değil!", "Türkçe konuşmak ne zamandan beri suç oldu?" bakış açısıyla yaklaşanlara değinmek istiyorum... Elbette ki her Türk, Türkçe konuşmayı bir şeref sayar... Ancak Türkçenin yanında başka dil ya da diller bilmek, gerektiğinde bu diller yardımıyla iletişim kurarak işimizin gereğini yerine getirebilmek Türkçeyi alçaltmaz. Kaldı ki bu olayda bilinçli bir tepki yok. Bir acizlik var. Koskoca TRT muhabirinin içler acısı durumu var.

Elbette ki kimsenin ekmeğinde gözümüz yok. Kimsenin ekmeğinden olmasını istmemem. Şahsen tek isteğim, herkesin kendini geliştirmeye açık olması. Her şeye rağmen ümidim var. Çünkü normal şartlarda TRT muhabirinin "Türkçe de mi gonuşmıyak?" başlıklı bir açıklama yapması, TRT'nin de muhabirini savunması gerekiyordu. Kaç gün oldu hâlâ ses yok! ;)

Şaka bir yana... Ülkemizde yüz binlerce genç ve donanımlı insan var ki KPSS engeline takılıyor. Ve onların yerine en basit donanımlardan dahi yoksun insanlar çok "kıyak" kadrolarda bulunuyorlar... Biz ise elimizden bir şey gelmediği için, umarsız, gülüyoruz ağlanacak halimize!


17 Aralık 2015 Perşembe

Önden Buyurun Lütfen, Allah Aşkına Buyurun!



Bildiğiniz üzere birkaç gün önce Cizre ve Silopi'de görev yapan öğretmenlere MEB'ce bir mesaj gönderilmiş ve "hizmet içi eğitim"e alındıkları bildirilmişti. Aynı mesajda öğretmenlerin "semineri memleketlerinde alabilecekleri" de belirtilmişti. Yılın bu vaktinde iki ilçedeki tüm öğretmenleri "hizmet içi eğitim"e almak pek alışılmış bir şey değildi. Gerçekten durumun artan terör olayları ile alakalı olduğu belliydi. Dahası bu "sokağa çıkma yasağı"nın kapıda olduğunun habercisiydi. Zaten aynı tarihlerde çeşitli illerden güvenlik güçlerinin Cizre ve Silopi'ye  kaydırıldığını basından öğrenmiştik.

Her iki kentte de mesajı alan öğretmenler, çoluk çocuk yollara döküldüler. Özel aracı olmayanlar otogarı kullanmaya niyetlense de bunun güvenli olmadığının da ayrıca bildirildiğini ve bu yüzden bazı öğretmelerin otostop yapmak durumunda kaldıklarını yine basından takip ettik.

Oralarda olanlar daha iyi bilirler elbette... Bir sıkıntı olduğu açık. Yoksa bu derece önlemsel bir yaklaşım devletin tercih edeceği bir şey olmasa gerek. Nitekim sınırları içerisinde rutin hayatın aksamasını hiçbir devlet istemez. Ancak bir mesajla panik havasına sokulan öğretmenlerin kendi başlarına bırakılmaları aslında sorunun çok da büyük olmadığını, sadece operasyon öncesi önlem alındığını gösteriyor. Aksi takdirde çok daha planlı bir tahliye gerçekleşirdi, bence.

Bizde çok kalabalık bir kitle var ki bunlar ülke gerçeklerinden uzaklar... Gerçekten Doğu deyince akıllarına Adana gelir. ;) Bu aklı evveller çiğ köfte yeyip, halay çekmeyi kardeşlik için yeterli görürler. Hele bir de "zılgıt" attılar mı, tamam. Kardeşlik perçinlenmiş olur. Bu arkadaşlar vatanın "bir karışını" kimselere vermezler ama vatanın o "bir karışına" tayinleri çıkınca hayata küserler... Yine bu arkadaşlar özgürlük, demokrasi, halkların kardeşliği gibi kavramlara bayılırlar... Ama makul olsun uç olsun devletten herhangi bir talepte bulunan Kürt gördüklerinde Hitler'den daha ırkçı kesilirler... 

İşte bu acayip kitle MEB'den gelen mesaj üzerine Cizre ve Silopi'den ayrılan öğretmenleri eleştiriyor. "Öğretmenler okuldan kaçmışmış, çocukları okulsuz bırakandan öğretmen mi olurmuş, geriye hangi yüzle döneceklermiş, falan filan...." Bunlar hep acı sözler, beylik cümleler... Zira bu sözlerin birinin dahi oradaki çocuklara hayrı yok. Bu cümleler; sadece ve sadece can güvenliği olmayan bir ortamdan, kendisine verilen imkanla ayrılan öğretmenleri hedef alıyor. Daha açık konuşmak gerekirse... Bu cümlelerle öğretmenler, oralarda kalarak eğitim vermedikleri için falan değil canlı kalkan olmadıkları için eleştiriliyor! İşin kötüsüyse bu cümleleri kuranların çoğu bunun farkında değiller! Hayır ne sanıyorlar? "Okullar açık, öğrenciler okulda... Hatta bu hafta yerli malı haftası kutlanacak.... Ama bir öğretmenler yok(!)" Öyle mi?

Ne şekilde olursa olsun, hırsızın hiç suçu yokmuşçasına, oralardan ayrılan öğretmenleri eleştirenleri haksız buluyorum. Art niyetli, düşüncesiz buluyorum.. Dokunaklı bir iki cümle yazarak takipçi artırma derdinde olan zavallılar olarak görüyorum... Hayır, sanki onlarca yıldır süre gelen sorunun müsebbibi öğretmenler! Her şeye rağmen beni asıl yaralayan, bu tarz paylaşımları yapanlar arasında öğretmenlerin de olması.

İnandığı değerler uğruna oralarda kalarak cesur duruş sergileyen meslektaşlarımı tebrik ediyorum. Hatta onları kıskanıyorum. Ama onların bu cesur duruşları, tercihleri... Diğerlerini değersizleştirmez. Asıl değersiz olan, kendilerini vicdanlı fakat milleti geri zekalı sananlardır!

Gerçekten Cizre ve Silopi'den ayrılan öğretmenleri eleştiren herkesi anlarım da bunu yapan öğretmenleri anlamam. Yahu mübarekler, siz kimi kandırıyorsunuz? Kendinizi mi? Türkiye'de yaklaşık 1 milyon öğretmen var. Ve oralara tayin isteyip de tayini çıkmayacak öğretmen yok! İsteyen herkesin tayini oralara çıkar, anlatabiliyor muyum? Hayır, madem o kadar "öğretmensiniz"... Önden buyurun lütfen, Allah aşkına buyurun!


1 Aralık 2015 Salı

Profesör Olmuş Ama Amip Olmamış! ;)




Celâl Şengör diye bir adam varmış... Hocaymış... Hoca dedikse öyle sıradan bir hoca değil! Profesör olanından... Gerçekten Jeoloji Profesörü olan Celâl Bey'de öyle kallavi bir CV var ki iş başvurusunda bulunsa bir top A4 kâğıdı kullanması gerekir! İnanmayan Google'a Celâl Şengör yazsın! ;) Gel gelelim ben de bu adamı geçen haftaya kadar tanımıyordum. Tabii bu, benim cahilliğim. Ancak onu tanımama neden olan açıklamaları ise onun cahilliği! ;)

CV'sinden anlaşılacağı üzere büyük bir bilim adamı olan Celâl Bey'in yazmış olduğu yüzlerce makalesi, onlarca kitabı var. Yukarıda verdiğim bağlantıya göre kitaplığında 30000 kitabı varmış. Her ne kadar yüzünde kendi hâlinde ton ton bir dede ifadesi olsa da...  Gözlüğünden, sakalından ve de papyonundan sahip olduğu kitapların en az 20000'ini okuduğu belli. ;) Ben böyle deyince hemen yukarıdaki fotoğrafa bakma gereği hissettiniz, değil mi? ;) Hadi rahat rahat bakın, öyle devam edelim! ;)

Efendim gazete okuyanlar, sosyal paylaşım sitelerinde hesabı olanlar hatta sadece televizyondan haber izleyenler bilirler... Celâl Şengör, geçen hafta Armağan Çağlayan'ın kendisi ile yaptığı röportajda bir Kenan Evren güzellemesi yapmıştı. Meğer Celâl Bey'de öyle bir Kenan Evren sevgisi varmış ki... Anlata anlata bitiremeyince işin şeyini çıkarmış tabii! ;)

Celâl Şengör, Kenan Evren güzellemesinin bir yerinde "Kenan Evren’in 12 Eylül'de yaptığı her şeyi onaylıyorum." diyor... Armağan Çağlayan buna inanamamış olacak ki "Şaka yapıyorsunuz."diyor önce. Sonra darbe zamanında yapılanlardan aklına ilk gelenleri sıralıyor.... Diyarbakır'da, Mamak’ta cezaevlerinde yapılanları hatırlatacak oluyor... "Evet ama bu gene de insanların, efendim tırnaklarını çekmek…" falan diyor... Yetmiyor, "İnsanlara dışkısını yedirmek gibi.." diye ekliyor. Bunun üzerine Celâl Bey, geri adım atacağına "Hayır, hayır bir dakika. Bir kere dışkısını yedirmek işkence değil." diye üsteliyor. "Nasıl değil?" diye saf saf soran Armağan Çağlayan'a da "Ben bal gibi yerim..." diyor. Ve haklı çıkmak için tuhaf bilimsel çalışmalardan dem vuruyor.

Yıllar önce birileri çıkıp "Çayda radyasyon yok!" deyip ispat için çay içtiğinde aylarca konuşmuşuz... Bu gün dünyaca tanınan bir bilim adamımız insan dışkısı yemenin işkence olmadığını ispatlamak uğruna "Ben bal gibi yerim..." diyor ve bunu marifet sayıyor... Kafamızı hangi taşlara vursak acaba?

Bu arada iddianın sahibi kerli ferli bir bilim adamı olduğu için bildiklerimi sorguladım. Gerçekten insanlık hâli. Belki de ben "işkence"nin anlamını yanlış biliyorumdur. Tabii siz de öyle. ;) O sebeple hemen TDK'dan baktım. Baknız TDK ne diyor işkence için... "Bir kimseye maddi veya manevi olarak yapılan aşırı eziyet."


Amip diye bir hastalık var. Bu hastalık bir bağırsak hastalığıdır. Hijyenik koşulların bozuk olduğu ortamlarda, özellikle dışkı bulaşmış su ve yiyeceklerin tüketilmesi ile bulaşır. Bir yakını, kendisi, hele hele çocuğu amip olanlar pek iyi bilirler nasıl acılar çektirdiğini... Şahsen bu hastalık yakınlarda bana da bulaştı. ;) Kolay kolay hasta olmayan biriyimdir. Doktora falan pek gitmem. Ama bu hastalığı geçirdiğimde parkelere yapışmış, ayağa kalkamıyordum. Beni bir an önce doktora yetiştirmesi için eşime yalvardığımı hatırlıyorum. Bir de iki yaşındaki kızım değil de ben amip olduğum için şükür ettiğimi hatırlıyorum.

Demem o ki küçücük bir pislik dahi dalyan gibi adamı (dalyan burada ben oluyorum ;)) parkeye yapıştırmaya, acılar içinde kıvrandırmaya yeterken... İnsanlara dışkı yedirmek kim bilir nasıl maddi ve manevi acılar yaşatır?  Gerçekten onurlu bir ölümü böyle bir şeye tercih edecek nice insan vardır, kim bilir? Uzun lafın kısası Celâl Şengör, profesör olmuş ama amip olmamış! Hayır, daha önce amip olsaydı dışkı yemeğe bu kadar hevesli olmazdı. ;)

Bu olayı duyan herkesin benim gibi Celâl Bey'e bir ikramda bulunmak istediğini tahmin ediyorum. Ama tabii şık olmayacağı için şahsen ben kendime yakıştıramadığım bu fikirden vazgeçtim. Sonuçta ne dışkı yiyecek kadar ne de dışkı ikram edecek kadar aydın değilim! ;) Fakat en az onun kadar aydın olan bazı arkadaşlar cömertlik gösterip Celâl Bey'in üniversitedeki odasına dışkı servisinde bulunmuşlar. Ne diyelim, afiyet olsun! ;)


Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...