29 Ocak 2014 Çarşamba

İnsanlık Ölse, Daha İyi Mi Ne?

İnsanlık ölse, daha iyi mi ne?

Gülmek bu hayattaki en güzel şey belki de... Gülerken düşünebiliyorsak daha da güzel! Çünkü "gülmek" tek başına yaramaz bir çocuk gibi olsa da gülerken düşünmek "ağlamak"taki olgunluğu barındırıyor bünyesinde... Ancak bazen hayat o kadar acımasız, o kadar gaddar oluyor ki... Bırakın gülmeyi insan, göz yaşı dökmeyi bile akıl edemiyor.
Yer yüzünde dertsiz insan yoktur. Sadece dertleriyle başa çıkabilen, başka bir deyişle dertler karşısında sabredenler, sabredebilenler vardır. Şahsen agresif bir insanımdır. Ancak neşeli yanım daha ağır basar. Bundan olsa gerek sinirim saman alevi gibidir. Ne olursa olsun sorun çözülecek gibiyse çözerim. Değilse en zor anda dâhi gülümseyecek komik bir şey bulup soluklanmaya bakarım. Akabinde yeni yollar bulmaya çalırım. Bütün sorunlar karşısındaki felsesefem budur. Ancak bazen konrtolüm dışında olaylar oluyor doğal olarak... O zaman da zihnim "hoşa gitmeyen şeyi" unutmaya koyulur, kendiliğinden... Olaylar karşısındaki tavrımız ne olursa olsun, iş bizim kontrolümüzden çıktığında hepimizin zihni benzer şekilde çalışıyor aslında...
Bütün bunları bana yazdıran sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan yandaki kare... Küçücük... Gördüğünüz üzere fotoğraf da küçük içindeki de... Lâkin fotoğraf öyle zalim, öyle gaddar ki her gördüğümde balyoz gibi kafama iniyor! Her gördüğümde insanlığımdan, öğretmenliğimden,babalığımdan utanıyorum...
Bu fotoğrafla karşılaştığımda her olayda olduğu gibi bu fotoğrafta da gülecek bir şey aradım, gayri hitiyari. Sonra burada komik bir şey olmadığını aksine ağlanacak, kahrolacak, utanılacak şeyler olduğunu fark ettim, yine gayri ihtiyari. Kendimi kandırıacak, bahaneler bulacak, mantığa büründürecek şeyler aradım umarsızca... Nafileydi... Son çare zihnime havale ettim... Üç beş güne kalmaz unuturum diye düşündüm... Fakat olmadı! Ne yaptıysam o kücücük karedeki, o küçücük çocuğu (bebeği) zihnim bir türlü unutamadı!
Fotoğraf ne kadar gerçek bilmiyorum... Ama Suriye'de çekildiği iddia ediliyor. Yanda gördüğünüz bu fotoğraftaki o küçük, minnacık bebek savaşın gerçek yüzü! Evet, savaş ne silahdır necephedir! Savaş, ölen çocuklardır!
Bu fotoğraf gibi nice fotoğraf var, maalesef... Fakat neden bilmem bu beni çok sarstı. Buna benzer etkiyi yıllar önce başka bir fotoğrafta yaşamıştım. 1994 yılında Sudan'da, 1 km ötedeki BM kampına gitmeye çalışan bebeğin arkasında akbaba bekliyor. Bu fotoğrafı çeken ve Pulitzer Ödülü'nü alan Kevin Carter, bu fotoğrafı çektikten üç ay sonra intihar etti. Bu fotoğraf odamda hâlâ asılıdır. Görenler bu fotoğrafın karşısında nasıl çalıştığımı sorup duruyor. Oysa asıl soru şu: Biz bu olayların olduğu dünyada hâlâ nasıl yaşayabiliyoruz?
Savaşın gerçek yüzü olan o küçük çocuğu (bebeği) unutamayan sadece ben olmadığımdan olsa gerek sosyal paylaşım sitelerindeki birçok arkadaşım sayfasında bu kareyi paylaştı, durdu. Kendilerince bir bilinç oluşturmaya çalıştılar. "Yetmez ama evet" denecek bir çaba gerçekten... Elbette çok büyük bir şey değil bu! Hiçbir şey de değil... Nitekim bu kareyi her gördüğümdetoplumun bana verdiği ya da benim edindiğim bütün rollerimi sorguladım. İnsanlığımı, öğretmenliğimi, babalığımı... Hiçbiri bu kareyi açıklayamadı! Dahası bu kare sayesinde rollerimi çok iyi oynayamadığım ayırdına vardım... Eminim siz de rollerinizi sorgulayacaksınız... Sorgulamalısısınız! 

26 Ocak 2014 Pazar

Apolitik Mi, O Da Ne?

Apolitik mi, o da ne?

Yeni şeyler üretmek, her zaman zordur! Hele söz konusu fikir üretmekse... Gerçekten benim fikir işçiliği olarak gördüğüm yazarlık, zor iş... Blog yazarlığı ise apayrı bir iş... Hele hele memur menşeli bir yazar olmak, en beteri! İğneden ipliğe her nesnenin siyasi malzeme olma potansiyeline sahip olduğu bir ülkede siyasete bulaşmadan fikir üretmeniz gerekiyor! Yerseniz yani... ;)
Türkiye'de her şey, bir şey olmadan önce "siyasi malzeme" olmak durumundadır. Ceket, saat, ayakkabı kutusu, ananasvs... ;) Hiç ama hiç ummadığınız bir nesne günün birinde siyasetin odak noktası olabilir. Siyasetin en üst noktasında dâhi göndermeler enterasan bir şekilde bu nesne üzerinden yapılabilir. Hâl böyle olunca siyasete bulaşmadan üretmesi gerekenlerin işi zorlaşıyor. Sanki gizli bir güç bizim apolitik olmamızı istemiyor! ;)
Kendi adıma kaç yazımı siyasete girdiğini düşündüğüm için yayınlamamışımdır, kaç konuyu ucu siyasete değer diye pas geçmişimdir Allah bilir! Mesela en son dershane meselesinde çok istememe ve alanım olması hasabiyle asıl benim yazmam gerekmesine rağmen yazı yaz(a)madım. Daha doğrusu yazdım ama konu siyasetin en üst perdesinde tartışıldığı için bozdum. E tabii bir şeye benzemedi! ;) Fakat yapacak bir şey yok, kanunlara uymak durumundayız. Kamuda çalışmayanlar ve gençler bu konuda daha özgür... Ama onun bile bir sınırı olmalı. En azından gençlerimiz için!
Hakikaten geçmiş yıllarda apolitik olduğu için eleştirilen gençler ultra politik olup çıktı. İşin komik yanı bu gençlerin çoğu "Politik nedir?", "Apolitik kime denir?" bilmez! ;) Abarttığımı düşünenler olabilir. Ama abartmıyorum. Gerçekten bu gençlerin çoğu savundukları şeylerin anlamını bilmiyor. Eğer biliyorlarsa neden 21. yüzyılda hâlâ üniversitelerde taşlı sopalı "karşıt görüşlü genç" kavgaları oluyor? Neden bu kavgalar Orta Doğu ülkeleri ve benzerlerinde oluyor? Ne yaniAmerikalı, Avrupalı gençler siyasi kavramları bilmedikeri için mi taşlı sopalı karşıt görüş kavgalarına tutuşmuyor? Neyse...
Meşhur gezi eylemlerinde olduğu üzere hemen her siyasi olayın ortasında gençlerin olmasını gençlerin aydınlanmasına yorarak bu durumdan hoşnut olanlar da var bu durumun aydınlanmayla alakası olmadığını düşünüp hoşnut olamayanlar da. Şahsen ben hoşnut olmayanlardanım. Nitekim gençlerimizin politika diye soyundukları şeyin aslında politika olmadığını düşünüyorum! Onların ki daha çok tarafgirlik. Fakat bu tarafgirlik çok aşağı seviyelere indirgenmiş durumda. Öyle ki ülkemizde bir futbol takımının taraftarı olmak bile siyasi parti taraftarı olmaktan daha komplike bir iş hâlini almış! Mesela ben hem Fenerli, hem ADS'liyim. ;) Milli Takım vazgeçilmezimken Real Madrid'i ve kadrosunda Türk futbolcusu olan bütün yabancı takımları tutuyorum! ;) Nasıl, dediğim kadar komplike bir durum varmış değil mi? ;)
İşin şakası bir yana, bizim gençlerimiz politikacılık oynarken dünyadaki akranları neyle meşgul diye merak ettim. İmdadıma Twitter yetişti. Birkaç gün boyunca Twitter'da Türkiye ve dünyada neler Top Tweet olmuş diye takip ettim.  Sonuçlar ilginçti. ;)
Türkiye'de beş Top Tweet'in dördü siyasi içerikliydi. Bu tweetlerde gündeme ilişkin iddialar, yorumlar, yalanlar, hakaretler hatta küfürler paylaşışlıyordu. Dünya gündemindeyse beş Top Tweet'in ancak biri siyasetle ilgiliydi. Dünyada daha çok popüler sanatçılar için hayran tweetleri atılıyordu.
İşin aslı ne Türkiye'deki içi boş siyasi paylaşımların insanslığa bir hayrı var, ne de dünyadaki gibi dünyanın çok büyük bir bölümü için bir anlam ifade etmeyen sanatçılara düzülen övgü tweetlerinin... Ancak bilgi patlamasının yaşandığı çağımız düşünülünce bilgisizce siyasetçilik oynamak daha tehlikeli gibi geliyor bana! Gerçekten bir sanatçıya hak etmediği övgüde bulunmanız sizi, kısmen de onu bağlar. Ama ülke siyaseti üzerine ortaya atacağınız desteksiz fikirler herkesi bağlar. Yine de gençlere kızamıyorum. Sonuçta gizli bir güç apolitik olmamızı istemiyor sanki? ;) Ve korkarım bu gücün adı "sistem".

1 Ocak 2014 Çarşamba

2013'teki Mutlu İsyankârlar

2013'teki mutlu isyankârlar
Yıllar geçiyor. Eskiyen yılın yerini yenisi alıyor. İnsanoğlu, her yeni gelen yıldan bir öncekine oranla daha fazla şey bekliyor. Ve insan, gelecekten o kadar emin ki geçmişin ahını almaktan bile korkmadan geri sayıma başlıyor...
2013 yılında yetenek yarışmalarıyla gencecik yetenekler keşf edilirken onlarca duayen isim aramızdan ayrıldı. Sporda güzel şeyler olmasına rağmen gerçek anlamda dibe vurduk! Eğitim açısından okulları 4+4+4 diye ayırdık ama bir arada tuttuk! Ekonomik olarak ne uzadık ne kısaldık, 2013'ün son dakikalarında umudumuz hâlâ büyük ikramiyeydi! ;)Siyaseten ilginç hatta tehlikeli virajlardan geçtik... Yanı başımızda savaşlar olsa da daha beterlerinin dışında kalabildik... Sözün özü 2013'ü tatlı-sert yaşadık!
Neyse efenim... 2013 yılını öyle böyle geride bıraktık. Benim 2013 yılında fark ettiğim ve bu gün ele almak istediğim iki konu var: Birisi ülkemiz insanının yabancılara oranla ilginç bir şekilde daha mutlu olması! İkincisi ise insanımızın içine zerk edilen isyan arzusu!   
Önceki yıllarda yapılan bir ankete göre ülkemiz insanının yabancı ülkelerdeki insanlara göre daha mutlu hissettiği tespit edilmişti. Oysa gerçekte yabancılar bizlerden daha güzel şartlara sahipti! Demek ki adamlarda ruh yok, ruh! ;)
Gerçekte multu olmayı bilenler her tür ortamda bunu başarırken genlerinde mutlu olabilme yeteneği eksik olanlar her tür ortamda mutsuz olur, kabul. Ama bu söz konusu anketi açıklamak için yeterli olmuyor! Bu durumu sahip olduğumuz kültürün hatta çoğunluğumuzun mensup olduğudinin şükretmeyi başka bir deyişle tatminkâr olmayı, azla yetinmeyi emretmesine borçlu olabiliriz. Bilemiyorum. Hatta sözkonusu anketten bile şühe edilebilir? ;) Kızmaca yok, n'apalım modern insan hiçbir şeye güvenemiyor! Hem anket dedğimiz şey sonuçta "kul yapımı"! ;)
Ancak bu yıl, daha doğrusu bu yılbaşı, kendi yaptığım gözlemler de sözkonusu anketi teyit ediyor. Şöyle ki yılbaşında özellikle sosyal paylaşım sitelerindeki yeni yıl mesajlarına baktığınızda ölümüne bir tatminkârlık görebilirdiniz. Nerdeyse üç kişiden ikisinin 2014'ten isteği "2013'ün verdiklerini geri almamsı"ydı! Bir başka deyişle en züğürdümüz, en hastamız, en dertlimiz bile 2014'e "Gölge etme, başka ihsan istemez!" diyordu. Ne yalan söyleyeyim hâl böyle olunca utandım, Noel Baba'yı çileden çıkaracak listemi yok ettim! ;)
İşin şakası bir yana mutlu olmayı bilmek güzel bir şey gerçekten... Ama işi abartıp çölde serap gördüğümüz zaman bir süre sonra genlerimiz değişmişçesine hep mutsuz olmaya başlarız. Zinhar! ;)
Gelelim ikinci hususa... İnsanımızın içine zerk edilen isyan arzsuna yani! 2013 yılında rüzgârdan nem kapan insanlar olup çıkıverdik... Hemen her yaştan potansiyel isyankârlar sokaklarda,meydanlardaydı. Haklı ya da haksız olmasına bakmadan eline taşı sopayı olan isyan ederek durumu kendi lehine çevirmeye soyunuyordu.
Komplo terilerine hep gülerim ama sanki birileri damarlarımıza doz doz isyankârlık zerk etmişti. ;) Yıllarca böyle durumlarda arabesk müziğin olumsuz etkilerine değinen koca koca insanlar Hâlil Sezai'yi suçlamasa bari! ;)
Öğrencisi-hocası, esnafı-müşterisi, içşisi-patronu, imamı-cemaati, seçmeni-seçileni... Konu ne olursa olsun en ufak bir haksızlık olduğunda en aklı başında olanımız bile hakkı hukuku unutup lince en iyi ihtimalle prtesto eylemlerine yöneliyordu. En kanuni yollardan yapılan eylemler bile provakatörlerin de katkısıyla acil gazlı müdahele gerektirebiliyorsa... Gaza getiren pravakatör kadar gaza gelenin de suçu var gibi! Tabii olaylar oaralara gelene kadar milletin gazını almayanın da suçu var... ;)
Böyle durumlarda durup düşünmek modern insan tezcanlılığından sıyrılarak modern insanın yolu olan hukuki yollardan şaşmamakta fayda var. Ancak o zaman kendimizin, insanımızın ve devletimizin çıkarını gözetmiş oluruz!
Benim 2014'ten beklediklerime gelince... Şöyle yapalım, önce savaşlar bitsin, barış şartlarını konuşurken ben de beklentilerimi sıralarım... ;) 

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...