16 Eylül 2015 Çarşamba

Akdeniz'de İnsanlık Boğuluyor!

          

Beş yıldır süren iç savaş yüzünden Suriye, şu anda dünyanın en tehlikeli bölgelerinin başında geliyor. Gerçekten o kadar tehlikeli bir bölge ki insanlar her şeylerini bırakıp başka ülkelere hatta ölüme gidiyorlar… Hem de bile bile!

Savaşın merkezi Suriye. İlk önce anlaşmazlıklarla başlamıştı… Toplumda belli bir şiddet birikimi ve eğilimi olduğu için kısa sürede çatışmalar çıktı... Derken canlı-cansız bombalar orada can almaya başladı… Teröristler kutsalları kalkan yaparak orada kafa kesmeye başladı… Ölüm ve belki de ondan daha ağır olan işkence, tecavüz oralarda normalleşti… Bütün bu trajediler Suriye’de başladı ve dozajı artarak devam ediyor! Fakat ne bu savaşın nedenlerini bölgesel faktörlerle açıklayabiliyoruz ne de bu savaşın sonuçlarını bölgeyle sınırlandırabiliyoruz. Dolayısıyla, dünyanın büyük bir bölümünün çok istemesine rağmen, bütün bu trajedileri de bir ülkeye hapsedemiyoruz!

Trajedilerin kaynağı Suriye olsa da… Belki de çok daha vahim bir olay, çok başka topraklarda daha doğrusu sularda vuku buluyor… Avrupa'ya ulaşmaya çalışan mültecilerin derme çatma gemileri, şişme botları Akdeniz'de batıyor... Ve insanlar boğuluyor... Kıyılara cansız çocuk bedenleri vuruyor! Her gün onlarca hatta yüzlerce cansız beden kıyılara vursa da Akdeniz’de asıl boğulan, insanlığımız! Gerçekten kıyılara vuran masumlara ait cansız bedenlerin her biri, insanlığımızın öldüğünün canlı kanlı ispatı!

Savaşın ardından ortaya çıkan mülteci sorunu Avrupa’nın gerçek yüzünü bir kez daha ortaya çıkardı. Bu gün Avrupa, geçmişte olduğu gibi koskoca bir sıfır alacağı bir sınav daha veriyor… Gerçekten bu ve benzeri olaylarda Avrupa savunduğu bütün değerlere aykırı davranıyor! Daha doğrusu değerleri, sadece kendilerinden olanlar için söz konusu olunca akıllarına geliyor. Birkaç ay önce Yunanistan parasını koruyan kollayan Avrupa, çocuklara acı sularda boğulmayı reva görüyor! Aynı Avrupa, şans eseri savaşta ölmeyen ya da denizlerde boğulmayanlara da bizzat çelme takıyor! İnsanlık adına yaptıkları en büyük şey, çocuklarla fotoğraf çekip sınır dışı etmek! Çünkü Suriyeli çocuklar onlardan değil!

Avrupa’nın kendi insanlarını düşünerek, bizim gibi duygusal (!) hareket edip, milyonlara kapılarını açmamalarını anlayabilmeliyiz belki de… Hatta her şeye rağmen saygı da duymalıyız… Ama her fırsatta dünyaya hümanistlik dersleri verirken Akdeniz’deki trajediye göz yummalarını, bu trajediyi görmezden gelmelerini nasıl açıklayacağız?

Masum insanları bile bile ölüme terk etmek; çocuklara boğulmayı, savaştan kaçarak umuda koşan babalara çelmeyi layık görmek… Kimse kusura bakmasın ama eli kanlı teröristlerin kafası da böyle çalışıyor… Kafa kesen teröristlerin kafası da kendinden olmayanı yok etmek üzerine kurulu! Sadece yöntemleri farklı!

Haydi, Avrupa’yı anladık… Değerleri sadece kendilerine… Başka bir deyişle onlar, kendilerine Avrupalı! Peki Müslümanlar neden ilgisiz? Nerede Müslümanlık, kardeşlik? Her biri komşusunun toprağına, petrolüne göz dikmiş durumda… En ilgili Arap ülkesi “Şu kadar mülteciye bakıyoruz!” diye ortaya atılıyor, gün bitmeden bunun yalan olduğu ortaya çıkıyor…

“Acaba?” diyorum… Bütün bu olanlar bir film olsaydı… Başrollerinde Holywood yıldızlarının rol aldığı, bütçesi milyonları bulan… Tepkimiz nasıl olurdu? Bu paragraf gereksiz oldu galiba! Nasılsa hepimiz bu çağda trajedinin filminin, trajedinin kendisinden daha çok dikkat çektiğini biliyoruz… Yine de buna inanmayanlar varsa, biraz sabretsin… Beş on seneye kalmaz duyarlı birkaç insan çıkar, bütün bu trajedinin filmini yapar… Biz de hep beraber sinema salonlarında ağlarız, AylanKurdilere ağlamadığımız kadar!

10 Eylül 2015 Perşembe

Çok Ölüyoruz...

         
7 Haziran seçimlerinden hemen önce bir "caps" görmüştüm. Bir Avrupa haritası vardı. Bu haritada Türkiye özenle kesilerek Avrupa kıtasının batısına monte edilmişti. Gerçekten tam o noktada denizden başka bir şey yoktu ve fiziki olarak Türkiye oraya cuk oturuyordu. "Caps"ın altında da bu vurgulanarak oraya kaydırıldığı takdirde memleketin bütün sorunlardan kurtulacağı dile getiriliyordu. O zaman gülüp geçmiştim... Şimdiyse o "caps" benim için bir tebessümden daha çok şey ifade ediyor. Dahası o günler çok uzak geliyor...

Dünyanın en tehlikeli bölgeleriyle kilometrelerce sınırımız var... Gerek bu sınırların ötesindeki komşularımızla gerek kendi içimizde onlarca hatta yüzlerce yıl ötelenmiş sorunlarımız var... Ve bu sorunların her biri ölümcül sonuçlar doğuruyor... Ondan olsa gerek hep ölüm var bu topraklarda...

Oysa o malum "caps"ta layık görüldüğümüz noktada durum hiç de öyle değil. Her ne kadar savaştan kaçan insanlara hayvanlar kadar değer verilmese de oralarda insanlar, kendi içlerinde huzur içinde yaşıyorlar... Sorunlarını çok önceden hallettikleri için ne komşularıyla dertleri var ne de kendi içlerinde ölümcül anlaşmazlıkları... Bizim topraklarımıza kıyaslanınca Azrail orayı hep pas geçiyor sanki. Üç bizden, bir onlardan can alıyor âdeta.

Oralarda yüksek sayılarda ölüm birisinin kafayı yemesi sonucu bir okul basmasıyla falan oluyor ancak. O da kırk yılda bir. Fakat biz onların onlarca yılda ulaştığı ölüm sayısının kaç misline sadece birkaç haftada ulaşıyoruz...

Gerçekten biz, çok ölüyoruz... Çoluk, çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden hep birlikte ölüyoruz!  O kadar çok ölüm var ki... Öldük de cehennemdeyiz sanki. Gerçekten bu kadar çok ölüm ancak cehenneme yakışır!

Bir acıyı yaşayamadan ötekini öğreniyoruz... Kıyılan bir fidanın acı hikayesinin yüreğimize açtığı yara kapanmadan başka bir fidanın daha hayattan koparıldığını öğreniyoruz... Gerçekten Dağlıca'daki şehit sayısının basına yansıdığı kadar çok olmadığına şükür edemeden Iğdır'daki katliamı öğrendik...

Memleket kocaman bir cenaze evine dönmüş artık. En vurdumduymazımız bile mutlu olmaktan utanıyor. En masum tebessümlerimizi bile gizleme gereği hissediyoruz... Maalesef, o kadar çok acı var ki sadece nefret üretebiliyoruz... Hâliyle böyle bir ortamda "barış" diyeni dövüyorlar âdeta. Daha acısı kısmen haklılar da... Çünkü "barış" diyen bu insanların bir kısmı, "barış" zamanında "savaş" diyordu... Acı çok olunca bu ikiyüzlülüğü genellemek işten bile olmuyor!

Gerçek şu ki hepimizin canı yanıyor, eskisi gibi... Ondan olsa gerek sorunun ne olduğunu, katilin kırk sene önceki ile aynı olduğunu bildiğimiz halde siyasi tartışmalara dalarak birbirimize düşman oluyoruz. Birbirimize olan nefretimiz öyle büyük ki sırf farklı düşünüyoruz diye birbirimizi öldürmeye hazırız... Üzgünüm ama bu terörün amacına ulaştığını gösteriyor!

Canımız yandığı için olsa gerek kalıcı çözümler yerine sadece yüreğimizi soğutan hareketlere yöneliyoruz! Hedefi şaşırıyor, maksadımızı aşıyoruz... Hiçbir işe yaramayacağını bile bile yakmak istiyoruz, yıkmak istiyoruz... Yetmiyor klavye kahramanlığına soyunup nefret etkinlikleri organize ederek masum kardeşlerimize saldırıyoruz. Adeta terörü terörle lanetliyoruz! Ve böyle yaparak teröre destek oluyoruz... Ölmeyen şehidi biz öldürüyor, bölünmeyecek vatanı biz bölüyoruz!

4 Eylül 2015 Cuma

Eleştiri ve Takdir


Gerektiğinde sevdiklerimizi eleştirmezsek onlara zarar veririz. Ancak asıl katkıyı hak ettiklerinde onları takdir ederek yapabiliriz.

1 Eylül 2015 Salı

Nefretten Şiddete; Şiddetten Teröre!

Yıllardır süre gelen terör aylardır 'sözde bıraktığı yerden' devam ediyor. Bir karabasan gibi ülkemizin üstüne çöken terör, masum insanların kanıyla besleniyor yine... Gazete okumaya, televizyonizlemeye, internete girmeye çekiniyoruz yine... Çünkü şehit haberleri, ölüm haberleri geliyor her gün... Hemen her güne ölümle başlıyoruz, her günü ölümle bitiyoruz...
Bütün bu ölümlere rağmen çok basit şeylerde bile büyük duyarlılık gösteren bizler duyarlılığımızı yitiriyoruz âdeta. Gerçekten şehitlere, ölümlere en çok üzülenlerimiz bile kısa bir süre sonra normal hayatına devam edebiliyor. Bu hızda normalleşmeleri çok gördük biz. Fazla uzağa gitmeden Soma örneğini verebiliriz pek âlâ... O zaman öyle bir sosyal tepki koymuştuk ki... İnsan canını hiçbir zaman umursamayanlar bile nerdeyse insan canına kıymet verecekti. Bu zevat hayatlarında bir kez olsun para yerine insan canını birinci plana alacaktı, neredeyse... Daha neler neler olacaktı, değil mi? Nerdeyse... Ama olmadı! Çünkü biz çok ama çok hızlı normalleşiyoruz... Tıpkı çok hızlı galeyana geldiğimiz gibi.
Şehit cenazelerine çok üzüldüğü için bir şeyler yapmak adına şehit cenazesine katılıp gururla "Şehitler ölmez, vatan bölünmez!" diyen ve bunu sosyal paylaşım sitelerinde paylaşarak teröre karşı duruş sergileyen arkadaşlarım oldu. Bu arkadaşlar kendileri ile aynı duyarlığı gösteremeyenlere de kızdılar. Hatta bütün bu olanların asıl müsebbibi onlarmışçasına onlara hakaretler ettiler. Her şeye rağmen duyarlılıklarından ötürü bu arkadaşları takdir ettim. Fakat aynı arkadaşlar sadece iki saat sonra "Bilmem nerede bilmemkimgillerle, iskender keyfi!" yazdılar sosyal paylaşım sitelerinde... Duyarlılıklarını çok çabuk yitirmişlerdi gerçekten. Gerideyse nefretleri kalmıştı. Üzüntüleri mi sahteydi, keyifleri mi? Yoksa ikisi de gerçek miydi, bilemedim.
Konunun uzmanı değilim ama terör olaylarına karşı en büyük mücadelelerden birisi toplumsal düzenin bozulmasına fırsat vermemek olsa gerek. Bu amaçla günlük hayata devam etmek, buna gayret etmek en doğrusu. Çünkü bunun aksi şekilde davranmak, korku ve panik içinde hareket ederek fazla önlemsel yaklaşmak tam da terörün istediği şey. Ancak...
Ancak evlatlarını teröre şehit veren anneler acısından ölmeyi arzu ederken keyif çatmak, çatabilmek... Hem de bunu çok üzülürken yapabilmek... Yani acıya gerçekten ortak olamamak, yani birlikte olamamak, yani sorunu unutup yeni sorun yaratmak... Bütün bunlar tam da terörün istediği şey...
Korktuğumuz için normal hayatımızı yaşamaktan vazgeçmemiz terörün isteyeceği şey ise kederde gerçekten birlikte olamamamız da terörün asıl hedefidir! Ve güya 'komşusu açken tok yatamayan' bizler, komşusunun oğlu bizim için şehit olmuşken normal hayatımıza dengesizce devam ederek, kederde dahi birleşemeyerek teröre destek oluyoruz...
Keyif çatmak mevzusunu biraz açmak istiyorum... Zevkler ve renkler tartışılmayacağı için herkesin farklı şeylerden keyif aldığını kabul etmeliyiz öncelikle. Bu bağlamda kimisinin en keyif aldığı şey dansöz oynatmakken bir başkası aynı keyfi kulaklıkla müzik dinlerken alır... Fakat insan neyden keyif alırsa alsın, kederli anında ondan vazgeçer, geçmeli. Kişinin kendisi sözde kederli iken keyif aldığı alışkanlıklarından vazgeçmezken, başkalarını keyif aldığı alışkanlıklara ara vermediği için kınayamaz! Bu onun kederli olduğu, duyarlı olduğu anlamına gelmez...
Doğuda doğmuş, büyümüş birisi olarak "Ay falanca yere bile gelmişler!" diyerek terörden daha yeni haberdar olduklarını âdeta itiraf eden teyzeleri görünce çok üzülüyorum. Gerçekten onlar daha şaşkınlığı yeni yaşıyor ama doğudaki insanlar yıllardır neler yaşıyor neler...
Şahsen millet batıda her şeyden habersiz yaşarken çocukluğumu hatta ilk gençlik yıllarımı terör korkusuyla geçirdim, herkes gibi. Çatışma haberini duyunca uzak akrabalarım, hiç sevmediğim arkadaşlarım için bile dua ederdim, herkes gibi. Anlayacağınız çok korkardım ama hiç çaktırmazdım, herkes gibi.
Toplumsal değerleri, inançları içselleştirip de bazı değerler için ölmenin en az yaşamak kadar güzel olduğunu fark edince bu korku azaldı hatta yok oldu. Ancak evlat sahibi olunca... Yine başa döndüm... Ve bu sefer korkularım misliyle arttı. Çünkü evlât gibisi olmadığı gibi, evladın acısı gibisi de yok!
Şehit olan her kardeşimin, yanan her masum canın, teröre bir şekilde kurban verilen her insanın annelerinin yerine kendimi koyuyorum... Ama buna çok dayanamıyorum... Öyle zor ki her defasında bu acıyı yaşayacağıma ölmeyi diliyorum. Fakat yine de bu empatiyi kurmaya devam ediyorum...
Çünkü bu empati; acıyı yaşamayan insanların "Yakalım yıkalım!" söylemlerinin anlamsız olduğunu, şehit de olsa evlât acısına katlanmanın çok zor olduğunu, gencecik kardeşlerimizin çözülebilecek bir sorun uğruna ölmesinin ne kadar fena olduğunu anlatıyor bana...
Çünkü bu empati; üzüntüyle de olsa ağzımızdan çıkan her sözü tartmamız gerektiğini, sözdebarış demekle barış olmadığı gibi savaşla da barış olmadığını, nefret denen şeyin sıradan iyi insanlara çok da uzak olmadığını, dünyadaki en değerli şeyin insan olduğunu hatırlatıyor bana...
Sonuç olarak bu gün bizim gibi düşünmeyen herkesten nefret ederek terörün istediğini yapıyoruz aslında. Nitekim nefret, şiddetten hiç farklı değil. Hatta nefret, şiddetin ham maddesidir. Ve şiddet ise terörün en büyük silahıdır. Anlayacağınız nefret barındıran her söylemimizle, nefret doğuran her hareketimizle, teröre bizzat biz silah taşıyoruz!

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...