26 Şubat 2014 Çarşamba

MEB ve Yeni Yasa Tasarısı ;)

MEB ve yeni yasa tasarısı ;)

Eğitim camiasının ve takip edenlerin bildiği üzere 4+4+4 Eğitim Sistemi hazmedilemeden köklü değişiklikler içeren yeni MEB Yasa Tasarısı, komisyondan geçti. Birtakım yerinde maddeler olsa da tehlikeli ve adaletsizlik doğuracak maddeler de mevcut. Örneğin aday öğretmenler için ön görülen süreç, dört yılını dolduran yöneticilerin gerekçe gösterilmeksizin görevden alınması ve tabii ki belli bir süre dershanede çalışanlara sınavsız bir şekilde kamuda kadroverilmesi bunların başında geliyor...
Aday öğretmenler önce KPSS'yi geçecek, sonra bir yıl fiilen başarılı bir şekilde çalışırsa yapılacak yazılı ve sözlüye girmeye hak kazanacak ve bunları da geçenler öğretmen olarak atanacak! ;) Normal bir ülkede bunlar normal süreçler olarak karşılanabilir. Ancak sadece öğretmenlerin yaptığı sözlülerde adalet olduğuna inanılan bir ülkede bir işin akıbetini sözlünün belirleyecek olması sakıncalı bir durum bence... ;)
Şu anda MEB'de yönetici olmak için öncelikle yapılan sınavda başarılı olmak gerekiyor. Sonra eğitim, ödül ve cezalar hesaba katılıyor. En sonda mülakat devreye giriyor. Her ne kadar mülakat insanı kortkutsa da yine de fena bir sistem değil! Ancak yeni MEB Yasa Tasarısı ile birlikte daha önce sınav kazanarak atanan yöneticilerden dört yılını dolduranların gerekçe gösterilmeksizin görevden alınması ve bundan sonra yapılacak atamaların da İl Müdürü'nün inhasıyla Valitarafından yapılması planlanıyor. Ancak kimin nerede ne şekilde görev alacağı muallakta! Belki de sınav yapılmayacak; yetenek, eğitim, kariyer, liyakat bir şey ifade etmeyecek. Yine müdür yardımcıları da müdür tarafından belirlenecek. Yani müdür yardımcıları müdürün dediğinden çıkamayacak! ;)
Dershanelerin kapatılmasıyla mağdur olacak dershane öğretmenlerinden belli bir süre çalışanlara da bir mülakatla sınavsız kadro verilecek. Hâli hazırda yüz binlerce gencecik KPSS mağduru öğretmen varken sınava bile gerek görülmeden birilerinin atanacak olması büyük bir adaletsizlik... Gerek öğretmen, gerek yönetici olarak bütün o zorlu süreçleri geçmiş biriyim. Ve bir şeylerin bu kadar baside indirgenmesi beni rahatsız etse de ben asıl gelecekleri çalınanlara üzülüyorum! :(
Bütün bunları ve daha fazlasını protesto etmek amacıyla iki büyük sendika bugün grevdeydi. Düne kadar KPSS'ye karşı olan biz öğretmen ve öğretmen adayları KPSS'ye bile razı olduk. Çünkü tasarı eğitimi, kariyeri ve liyakatı devre dışı bırakarak eğitimi siyasallaştırıyor. Oysa greve katılanlar da katılmayanlar da eğitimin siyasallaşmasına karşı! Umarım greve katılan öğretmen ve yöneticileirn sesini birileri duymuştur. Bu bir temenni sadece. Nitekim daha grev bitmeden yeni bir haber yayıldı...
Öğretmenlere rotasyon muhabbeti fısıltı gazetelerinin vazgeçilmez haberiydi nicedir. Bugün bazı sitelerde yer alan haberlere göre ise konunun bakanlık koridorlarında ciddi ciddi konuşulduğu belirtiliyor. Hatta "MEB Yasa Tasarısı"nda da var olduğu ama yaklaşan seçim nedeniyle çıkarıldığı söyleniyor. Ancak seçimden sonra bakanlığın ilk icraatı bu olacakmış... "Mış mış da muş muş..." deyip önemsememeyi ne çok isterdim! ;) Ancak heyhat! Çünkü bir süredir "Kedidir kedi!" diyerek önemsemediğimiz tıkırtılar kocaman gümbürtüler olarak karşımıza bütün gerçekliğiyle çıkıyor. O yüzden bir türlü boş veremiyor insan... ;)
İşin aslı Doğu illerimizde bir öğretmen sorunu var. Çözüm bekliyor. Ancak MEB'in bulduğu çözüm(süzlük)lerin yanı sıra bir de öğretmenlerden gelen çılgın öneriler var! ;) Bazı arkadaşlar diyor ki "Başarısızlar kovulsun!" İyi hoş da... Ölçütleri kim belirleyecek? Bu MEB mi? ;) Yine bazı arkadaşalar, "Atamalar kütüğe göre yapılsın!" diyor. ;) Bu çağda böyle ırkçı bir yol izleyeceksek, soluğu Moğolistan'da alırız... ;) İşin şakası bir yana böyle bir uygulama toplum içine nifak sokmaktan, bölücülük yapmaktan başka bir işe yaramaz!
Bütün bunlar bir yana rotasyon gelirse, batıdaki öğretmenlerin hepsinin doğuya gideceğini sananlar yanılıyor. Nitekim batıdaki öğretmenlerin çoğunun yaşı büyük. İyi kötü hayatlarını kurmuş, çocuklarına iyi kötü bir gelecek hazırlamışlar. Daha önce doğuda zaten görev yapmış bu insanlar, doğuya gitmektense emekli olur... Aylık almayı bekler! ;) Sonuç olarak hem doğu hem batı boş kalır! ;)
Doğudaki öğretmen ihtiyacının tek bir çözümü var. Doğuda çalışan memura pozitif ayrımcılık! Öğretmenler ve diğer memurlar hizmet puanına orantılı maaş alsın. Tabii öncelikle hizmet puanları yeniden düzenlenmeli... O zaman doğuda ihtiyaç kalmaz! ;)
Ancak devletler, ekonomik düşündüğü için... Her tür kamu işini de en ucuza mâl etmeye çalışır. İşin doğrusu şu ki özel okul sevdası falan da oradan geliyor... Özel okullaşma oranı artırılarak devletin yükü hafifletilecek, güya! ;) Fakat unutulan şu ki, eğitimi ucuza getirmek milletlere pahalıya patlar! ;)

23 Şubat 2014 Pazar

Anlayamazsınız, Yalan Mı? ;)

Anlayamazsınız, yalan mı? ;)

İyi bir televizyon izleyicisi değilimdir. "Aslında pek televizyon izlemem!" yalanını söylemenin tam sırası ya, neyse! ;) Gerçekten iyi bir izleyici olmamama rağmen muhakkak izlediğim birkaç program vardır. Bunların başında ana haber bültenleri gelir. Ancak onların da sonlarına pek tahammül edemiyorum doğrusu. Çünkü çok önemli haberlerin hemen ardından çok tuhaf haberlerin geldiği anlardır haberlerin son bölümleri. Bu yüzden haberlerin sonuna doğru başka bir kanalda, henüz tuhaf haberlere geçilmemiş haber bülteni arayışına girerim. Yoksa, kapatırım. Fakat kumando elimde olmadığı için kanal değiştiremiyor ya da televizyonu kapatma lüksünü yaşayamıyorsam mümkün mertebe ekrandakilerle ilgilenmemeye gayret ederim.
Geçen hafta haberleri izlerken bir yandan da bilgisayarla uğraşıyordum. Haber bülteninin son bölümüne girildiğinde kumando yanımda değildi. Kumandoya uzanamadım, uzanmaya üşendim. Ve bedelini ağır ödedim. ;)
Gerçekten Kanal D Ana Haber'in sonuna doğru ilginç bir haberle karşılaştım. Haberin başlığı şuydu: "Boat Show Başladı". Aslında sıradan magazinsel haberlerden biriydi. Ancak haberdeailesi tarafından kendisine yüz bin Euroluk bir "boat" hediye edilen bir çocuk vardı ki... O çocuğun kurabildiği cümleler haberden öte haberdi... Gerçekten haberi yapanlar bunun farkında mıydı, bilmiyorum? ;)
Spiker Hanım her zamanki neşeli tavrıyla önce çocuğun ailesi ile konuştu. Aile, çocuklarının motorlara ilgisi olduğu için böyle bir hediye aldıklarını ama kontrolün kendilerinde olacağını belirtti. Hediye biraz pahalı olsa da buraya kadar her şey çok güzel!
Yeri gelmişken bir noktaya değinmek istiyorum. Birçoğumuz içimizdeki kıskançlığa yenilerekzenginlerin her hareketini acımasızca eleştiriyoruz. Hatta bizzat zenginliği kötülüyoruz. Ama bir yandan da zengin olma hayalleri kuruyoruz, yalan mı? ;) Gerçekten ne zenginlik kötü bir şey olabilir ne de zenginlerin her yaptığı yanlış olabilir! Bu haberde de o kadar aç insan varken çocuğuna çok pahalı hediye alan aileyi eleştiriyoruz... Peki ailenin hiç hayır işinde bulunmadığını nereden biliyoruz? Öte taraftan kendi çocuklarınıza aldığınız hediyelerle mal varlığınızı kıyaslayın bir anlığına... Hepimiz ayağımızı kendi yorganımıza göre uzatıyoruz, değil mi? Neyse...
Spiker Hanım ailenin ardından on üç yaşındaki çocuğa yaklaştı. Bir iki soru sormasıyla birlikte zaten gözleri dolu olan çocuk, ağlamaya başladı. Nihayet çocuk biraz sakinleşip de Spiker Hanım, "boat"u kast ederek "Neden bu kadar çok istiyordun?" diye sordu. Çocuk kendinden emin, "Anlayamazsınız..." dedi önce. Sonra "Beni en büyük çeken motorun yaptığı dalga, köpürtmesi..." dedi. Ekranın karşısında öyle kala kaldım. ;)
İşin aslı, çocuk haklı! ;) Biz anlamayız... Fakat bunu bir çocuktan duymak zorumuza gitti! ;) Sosyal medyada buna benzer bir sürü geyik dönse de aslında durum biraz vahim. Gerçekten aileler çocuklarına istediklerini almakla özgürdürler. Ama onlara gerekli eğitimi vermek şartıyla... Hakikâten gerekli eğitimi vererek çocuklarımıza aslında ne olduklarını ve neleri yapıp neleri yapamayacaklarını kavratamazsak ileride kendi canları gibi başkalarının canlarını da yakabilirler... Benzetmek gibi olmasın ama yakın tarihimizde dahi konuya ilişkin ibretlik olaylar var... O sebepten ailenin hatasının çocuklarına pahalı hediye almaktan ziyade insanları "hor görmemesi", "aşağılamaması" gerektiğini öğretememesidir, bence.
Çocuk, çok basit bir şeyi sadece kendisinin anlayabileceğini düşünüyor. Diğer insanların bunu anlayamayacağını (!) üstüne basa basa vurguluyor. Gerçekten henüz çocuk olsa da "hor görme"nin, "aşağılama"nın ne kadar kötü bir şey olduğunu bilecek yaşta. Bunu kendi öğrencilerimden biliyorum... Aynı yaşta olmalarına rağmen sabahın erken saatinde okula gelip öğlenden sonra da akşama kadar orada burada çalışarak ailesine katkıda bulunmaya çalışan öğrencilerimden... Onlara sorduğunuzda "hor görme"nin, "aşağılama"nın nasıl derin yaralar açtığını size ayrıntılı bir şekilde anlatabilirler! Ama siz anlayabilir misiniz, onu bilmiyorum... ;) 

19 Şubat 2014 Çarşamba

Zorunda Mıyız?

Zorunda mıyız?

Hafta sonu Fenerbahçe-Kasımpaşamaçında canlı yayında Emre Belözoğlu, yine birilerine küfür etti. Hem de milyonlarca insanın, milyonlarca kadının (kendi eşi de dâhil), milyonlarca çocuğun gözleri önünde... Şaşıran var mı, yok! ;)
Küfür nedir? Küfür, "Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü" anlamına gelirken; sövme ise "Bir kimsenin namus, onur ve kişiliğine yapılan her türlü saldırı" demektir. Peki insanlar, çoğunlukla da erkekler, neden küfür eder?
İnsanlar, karşılaştıkları sorunlar karşısında ellerinden bir şey gelmediğinde, tümüyle acziyetlerinden küfür ederler çokça. Bunun dışında küfrü alışkanlık hâline getirenler vardır ki aslında onların durumu da bir başka acziyetin bir başka dışa vurumudur. Gerçekten bey efendice ya da hanım efendice davranmaktan aciz insanlar, günlük konuşmalar arasına küfürler sıkıştırmakta ve kısa süre sonra da bunu alışkanlık hâline getirmektedirler. Hele de bir yaptırımla karşılaşmıyorlarsa... Hele de yaptırımın aksine övgülere mazhar oluyorlarsa... Küfürden vazgeçemiyorlar, vazgeçmiyorlar! Çünkü buna gerek duymuyorlar... Hani mahalle baskısı! ;)
Gelelim meseleye... Emre Belözoğlu hem kötü oynadığı maçlarda hem de iyi oynadığı maçlarda küfür etme potansiyeline sahip! ;) Yani hem yeteğiyle bir şeyler yapamayınca acziyetini örtmek için küfre başvuruyor hem de alışkanlık hâline getirmişçesine, bey efendi davranmaktan acizmişçesine başarılı olduğu maçlarda küfür ediyor... Emre Belözoğlu'nun kariyerine baktığınızda bir düzine olmaması gereken olayla karşılaşabilirisiniz. Hayır, ailesi sevdikleri bundan memnun olabilir. Onların yanında istediği gibi davranabilir. Ancak biz eşimizle dostumuzla, çoluğumuzla çocuğumuzla onun ve benzerlerinin ettiği küfürleri duymak zorunda myıyız? ;)      
Hiç kimse kusura bakmasın. Herkes gibi futbolcu da diline sahip olacak! Özellikle de milyonların gözü önündekiler... Ki zaten bunu yapabilen binlerce futbolcu var. Nasıl ki üniversite sınavında heyecandan kaydırma yapan öğrencinin "anlık heyacan" bahanesi geçerli değilse, güya "anlık hırs"la milyonların önünde sin kaflı küfürler eden futbolcunun da böyle bir bahanesi ol(a)maz. Yok bahaneler geçerli olacaksa, statlarda küfür serbest olsun (!) Çelişkiyi hiç sevmem de... ;)
Federasyon küfür için önlem üstüne önlem alıyor. Çoğunlukla üç beş cahilin başlattığı küfürlerden dolayı kulüplerin canını yakıyor. Saniyeleri dâhi hesaplayıp kulüplere cezalar kesiyor... Başkanlar, hocalar ortamı gerecek açıklamalar yaptığında federasyonun bütün gücünü görüyoruz... Açıkçası fedarasyon bu konularda en doğrusunu yapıyor! Gelgelelim futbolcu küfür ettiğinde "anlık hırs" deyip geçiştiriyorlar... Bu ne yaman çelişkidir? Olayın aktörleri yani her şeyi değiştirebilecek kişiler (futbolcular) küfür edince cezaya gerek yok, ellerinden nerdeyse hiçbir şey gelmeyecek tümüyle aciz insanlar (taraftarlar) küfür edince rezalet! ;)
Bir Fenerbahçeli olarak işin ustası olmasam da kendi çapımızda biz de futbol oynadığımız için son olarak Emre Belözoğlu'nun futboluna değinmek istiyorum. ;) Her ne kadar oyun içinde çalışkan ve hırslı olsa da totalda takıma çok az katkısı olduğu bir gerçek. Sık sık sakat olmasını, kontrolsüz hırsını  ve sonu gelmez küfürlerini düşünürsek futbolculuğunun geçer akçe olmadığını düşünüyorum. Zaten olsaydı, şu anda Türkiye'de olmazdı! ;) Kızmaca yok! ;)
Hiç kimsenin hiç kimseye küfür etmeye hakkı yok! Ne taraftarın futbolcuya, ne de futbolcunun bir başkasına! Ancak belli noktalardaki insanların çok daha dikkatli olması gerekiyor. Çünkü etkileyebildikleri gençler, çocuklar var... Fenerbahçe'nin ve Türk Milli Takım'ı kaptanını sinirlenmeye dâhi hakkı yokken küfür etmek de ne demek? Hayır, gören de "Ben futbolcununzeki, çevik ve ahlaksını severim!" diyen bir atamız yok sanacak!

16 Şubat 2014 Pazar

Hepimiz Şehzade Mustafa'yız ;)

Hepimiz Şehzade Mustafa'yız ;)

Yayınlandığı günden beri olumlu olumsuz eleştiriler alan Muhteşem Yüzyıl'da son sezonda sıra artık kaçınılmaz sonlarda. Hatta bu sonlardan en dehşetlisi geçen hafta ekranlara geldi. Osmanlı Devleti'ne en muhteşem yıllarını yaşatan atamızKanuni Sultan Süleyman belki de Allah'ın ona bahşettiği iktidarın karşılığı olarak kendi evlâtlarının katline ferman vermiş bulundu ve Şehzade Mustafa babası tarafından boğduruldu. Kaç sezondur diziyi izledikçe atamız Kanuni Sultan Süleyman'a hayran olan bizler adama beddua etmeye başladık.  Gerçekten o acı sahnelerin yayınlanmasıyla birlikte bütün Türkiyesanki o günü yaşıyormuşçasına hüzünlendi. Sahne demişken aklıma geldi. Yabancı diziler daha iyi olduğu için yerli dizilere buran kıvırırım genelde. Ancak Muhteşem Yüzyıl'ın hakkını vermek lazım. Her açıdan dünyadaki emsalleriyle eş değer olduklarını düşünüyorum. Neyse...
Şahsen dayanamayacağımı düşünüp son bölümü izlememe kararı almıştım. Fakat nasıl olduysa Şehzade'nin o trajik idamını gözü yaşlı izlerken buldum kendimi. Her ne kadar Şehzade Mustafa için gıyabi cenaze namazı kılınmasa, fırsattan istifade edilip "Hepimiz Şehzade Mustafa'yız!" pankartları eşiliğinde hükümet eylemlerle protesto edilmese de Kanuni hakkında suç duyurusunda bulunularak padişahlığının düşürülmesi istendi. Şaka yapmıyorum! ;)
Klasik bir söz vardır: "Tarihi devrine göre değerlendirmek lazım!"... Doğrudur. Ancak şahsen zor da olsa bunu yapıyorum ama sonuç değişmiyor. Çünkü ben, babayım baba! ;) Şaka bir yana bu devirde de evlât katli olmak çok kötü bir şey, o devirde de! Öte yandan bu mantığın her zaman doğru olmayacağını da belirtmekte fayda var. Nitekim eğer her şeyi devrine göre değerlendirip işin içinden çıkarsak Harun'u öldüren Karun'u da haklı bulabiliriz Mazallah... ;)
Sonuç olarak istediğimiz kadar Kanuni'niyi haklı çıkarmaya çalışalım, istediğimiz kadar bütün bunların Nizam-ı Âlem'in bir gereği olduğunu savunalım... Ama hiçbir şey atamız Muhteşem Süleyman'ın iktidar için öz oğlunu katlettiği gerçeğini değiştirmez...
Tarihi bilmeyenler ya da Kanuni'yi çok sevenler bizzat Kanuni'nin kendisinin de buna çok üzüldüğünü söyleyebilir. Ama bu da onu kurtarmaz. Çünkü insan üzülüyorsa hata yaptığını kabul ediyordur bir yerde. Ve insan bir hatayı bir kere yapar. Fakat ikinciyi yapan üçüncüyü de yapar. Gerçekten Kanuni, Şehzade Mustafa'yı öldürmekle kalmıyor, Şehzade Beyazıt'a da, torunlarına da aynı sonu layık görüyor. Anlayacağınız devir mevir bahane, iktidar şahane, bence! Yine aynı devirlerde dünyanın birçok yerinde benzer uygulamalar olsa da aksini yapan, yapabilen iktidar sahipleri de mevcut tarihte!
Öte yandan günümüzü düşündüğümüzde de iktidar için tarihteki gibi kanlı olmasada hayati mücadelelerin devame ettiğini görebiliriz. Muktedir olmak isteyenler belki eskisi gibi kılıç-kalkan kullanmıyor; belki sağır ve dilsizlerden idam mangası hazırlamıyor... Ama geçmişteki gibi hatta belki de daha tesirli hilelere başvuruyor. Sonuçta tarihten tecrübe kazanılmış... Bir kişinin hayatı burnu bile kanamadan basit bir hamleyle elinden alınabiliyor... O sebepten devir mevir muhabbetinin bazen aldatmaca olarak kullanıdığını düşünüyorum...
Gerçekte ne oldu? Kanuni Sultan Süleyman öz oğlunu öldürme kararını nasıl verdi? Bu kararı verecek şartlar nasıl oluştu? Şehzade Mustafa tarihte anlatıldığı gibi masum muydu? Ya da Kanuni'nin gözünü gerçekten hırs mı bürümüştü? Yoksa sadece isyan korkusuyla mı gitti şehzadenin canı? Yoksa Kanuni iyi bir baba ve Şehzade iyi bir oğuldu da kötü olan Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa mıydı? Dahası Şehzade'nin  ölümüyle Osmanlı'nın geleceği mi çalındı gerçekten? Bütün bunların cevabını yalnızca tarihçiler verebilir... Biz sadece o cevaplar doğrultusunda yorumlarda bulunabiliriz, bulunuyoruz...  

14 Şubat 2014 Cuma

Sevgililer Günü'ymüş... Tövbe Tövbe! ;)

Sevgililer Günü'ymüş... tövbe tövbe! ;)

Bildiğiniz üzere 14 Şubat Sevgililer Günü'nün kökeni Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanır. Bu gün,Valentine ismindeki din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Tarihi çok eskilere dayanan bu gün için bir sürü de efsane mevcuttur. Bunlardan biri şöyledir: Roma'da askerlerin evlenmesi yasakmış ve gençler sadece 15 Şubat gününü denk gelen Lupercalia Bayramı'nda evlenebiliyormuş. Fakat buAziz Valentine, sevenleri gizli gizli evlendiriyormuş. Bunu öğrenen İmparator 2. Claudius Aziz Valentine'i sopayla dövdürerek öldürmüş. Tarih M.S. 14 Şubat 270.
Hıristiyanlık yayılınca papazlar Lupercalia Bayramı'nı Aziz Valentine Günü olarak kutlamaya başlamışılar.  Gâvur icadı da olsa gerçekten işin içinde aşk var yani... ;) Fakat ticareti canlandırması, günümüzdeki gibi sevgililerden çok esnafın yüzünü güldürmesi 1800'lü yıllarda başlar... ;)
1800'lü yıllarda bu güne özel ilk kart gönderilmiş. Şimdilerde bolca mesaj yazılıyor, sayısız tweet atılıyor... Dinleri bile pazarlama stratejilerine malzeme etme kapasitesine sahip kapitalizm her özel gün gibi bu günü de es geçmemiştir. Sevgililer Günü'nün rengi kırmızıdır, öne çıkan hediyeleri çiçek ve çikolatadır. Romantik akşam yemeği vaz geçilmezdir. Tek taş mektaş kapitalizmin ittirmesidir! Zinhar itibar etmeyin. Hayır yani olan var olmayan var! ;) Yine bu günde bolca evlenme teklifi edildiği bilinir.         
İşte bu özel gün dünyanın birçok yerinde bayram havasında kutlanmaktadır. Yine de Sevgililer Günü'nün Hıristiyan kökenli bir bayram olması sebebiyle bazı Müslümân ülkelerde kutlanması hatta bu güne dair ürün satışları yasaktır! Örnek: Suudi Arabistan. Neyse ki biz laik bir ülkeyiz... ;)
İşin şakası bir yana... İçimizde oldum olası Batı menşeli geleneklere inanılmaz derecede karşı olan insanlar var. Bu karşıtlık çoğu zaman çelişkilerle dolu abartılarla vücut bulmakta. Fakat bazen o kadar zekice fikirlerle karşı koyuyorlar ki... Katılmamak mümkün değil. Örneğin yılbaşı karşıtlarının dillerine pelesenk olan "7 Hıristiyan danaya ortak girmedikçe yılbaşı kutlamam!" cümlesine kim karı gelebilir? Bu cümle karşısında hiçbirimiz yüzümüze yerleşen tebessüme engel olamazken hepimiz içten içe de hak veririz.
Her şeye rağmen elin bayramını kutlamak biraz garip olsa da kutlayanlara çok ama çok kötü bir şey yapıyorlarmış gibi yaklaşmak sakıncalı. Neticede sevgililer gününde insanlar sevgilerini dile getirip hediyeleşiyorlar... Bunda bir beis olmasa gerek!
Öte yandan söz konusu gelenekler olunca bir anda en kapalı toplumdan bile daha kapalı olan biz sıra teknolojiye gelince yelkenleri indiriyoruz. Teknoloji deyince uzay teknolojisi değil kastım... İşte telefon, bilgisayar, televizyon, lüks araba falan filan... ;) Bütün bunların gâvur icadı olduğunu, bu icatların yine o gâvurlarca geliştirildiğini, bize satanın da yine aynı gâvurlar olduğunu unutuyoruz... En Batı karşıtının evine gidelim, bakalım... İnanın Noel Baba'dan-Aziz Valentine'nden daha yakındır Batıya! ;)
Küreselleşen dünyada her millet gibi biz de kendi kültürümüzü yaymak için elimizden geleni yapmalıyız. Ancak bunu yaparken diğer kültürlerden bize yeni yeni şeyler geçmesini yadırgamamalıyız. Yoksa adama "Bu ne perhiz,  bu ne lahana turşusu diye sorarlar! ;) Unutulmamalıdır ki biz kendi teknolojimizi pazarlayabilseydik şimdi başkaları bizim gelenklerimize ortak olma gayretine girecekti. ;)
Her gününüz Sevgilier Günü gibi olsun! ;) 

2 Şubat 2014 Pazar

Kadın=Erkek Mi Acaba?

Kadın=Erkek mi acaba?

Ataerkil toplumların hemen hepsindekadınlara dünyayı dar eden uygulamalar vardır. Bu uygulamaların çoğunun kadını ve aileyi koruma bahanesiyle icat edilmesi ise ayrıca ilginçtir. İşin daha ilginciyse bir süre sonra bu uygulamaların mağdurları olan kadınların bütün bu uygulamaların esaslı birer savunucusu olmaları!
Tarihi olaylar değerlendirilirken devrin gereklerinin göz ardı eilmemesi gerekir. Gerçekten bu günden yola çıkarak dünü yargılamak kesinlikle yanlıştır. Fakat dün yapılan yanlışları, sırf geçmişten bu güne yapılageldiği için devam ettirmek de yanlıştır! Söz gelimi eski zamanlardalevirat diye bir sistem vardı ki ölen abinin ya da kardeşin eşiyle evlenmeyi ön görüyordu. Amaç elbette aileyi korumaktı. Sonraları terk edildi. Yine kadını korumak amacıyla başvurulan çok eşlilik İslâmla birlikte de devam etti. Fakat aklı selim olanlar İslâmda tek eşliliğin özendirilmeye çalışıldığını her daim idrak edegeldi. Bakmayın siz Batılıların gayrı meşru ilişkilerini örnek gösterip çok eşliliği özendirme gayretinde olan hatta kocalarına arkadaş arayan üreme meraklısı Müslümânlara!
Kadın ve erkeklerin üstünlükleri ve zaafları farklı farklı da olsa eşit haklara sahiptirler, olmalıdırlar. Bunun aksini savunan çok az kişi vardır. Fakat eşitliğe inandığı hâlde günlük hayatta kadına eşit olma fırsatı tanımayan epey kalabalık bir güruh vardır. Daha vahimiyse durumun farkında bile değillerdir. Gerçekten durumun farkında olsalardı çok ama çok basit bir hak olan "yaşama hakkı"nın bile çoğu kez kadına çok görüldüğü gerçeği karşısında bu kadar çaresiz olmazdık!    
Medyamızda kadınların maruz kaldığı bir sürü zulüm haberi kendine yer buluyor. İş hayatında başarılı olmak için erkeklerden daha fazla çalışan ve çoğu kez mobbinge maruz kalan kadınlar, dövülen eşler, bıçaklanan eski eşler, sudan sebeplerle baskı gören genç kızlar, bizzat akrabaları tarafından tecavüze uğrayan ve bu yüzden bizzat akrabalarınca cezalandırılan kızlar, kumalar veçocuk gelinler...        
Bütün bunlarda, bunları normal görenler kadar normal görmediğini iddia eden ama bütün bu olanlarda içten içe mağdurları suçlu görenlerin de payı var! "Kadın erkek eşit elbette ama bu iş erkek işi!", "Koca dediğin döver de sever de!", "Niye başka kıza değil de o kıza tevavüz etmişler?", "Kız kuyruk sallamasa..." ... Bu cümleler işte o kişilere ait! Sözde eşitliği savunanlara!
Birkaç gündür çocuk gelinler ve kumalarla ilgili haber görüyorum her yerde. Özellikle çocuk gelin olayına değinmek istiyorum. Bunu aklım almıyor. Zihnimde hiçbir mantığa büründürmeye yer yok bu konuda! Hiçbir hayır göremiyorum bu işte! Eminim ki birçoğunuz benimle aynı durumdasınız. Ve gene eminim ki bu durumu sapıklık olarak algılıyor ve bu iğrenç uygulamaya en ufak bir katkısı olan herkesi sapık olarak görüyorsunuz... O çocukların hayallerini çalan, dünyalarını mahvedenlere lanetler yağdırıyorsunuz! Fakat o kadar! Elimizden başka bir şey gelmiyor, maalesef!
Öteden beri ülkemizde var olan bu çirkinlikler, çocuk gelinlik-kumalık, Suriyeli göçmenler geldikten sonra ayyuka çıktı. Fırsatçı vatandaşlarımız "mal bulmuş Mağribi" gibi savaştan kaçan insanların kızlarına musallat oluyor, onların zor durumundan istifade ederek para veya kira karşılığında evlilikler yapıyorlar. Evlilik demek aslında yanlış. Gerçekten çoğu zaman evliliğin gereği olan ritüellerin nerdeyse hiçbiri yerine getirilmiyor! Dahası alınan kızlar bir yuvaya gelin olmaya değil evli bir adamın zevk kölesi olmaya gidiyor. En şanslı olanı ölümüne ev işi yapacağı bir eve kumalığa gidiyor. İşin en kötü yanı ise erkeklerin kadınlara layık gördüğü bu zulmü kadınların da onaylaması... Hakikaten bu tarz evlilikleri kadınlar dâhi Allah'ın bir lütfu olarak algılıyor.
Kadınının yaşamasına izin veren ülkeler, birçok meseleyi aşmıştır. O ülkeler de kadınla ilgili sorunlar yaşamaktadır. Ancak o ülkeleri, kadına şiddeti sadece dayak olarak gören ülkelerle kıyaslayamayız. Hele de kadına şiddeti dayaktan ibaret sanan ülkelerde gerçekte töre cinayeti, kumalık, çocuk gelinler kol geziyorsa..
Gelinen noktada işi kadere bırakacak, kadınların uyanmasını ve kendi haklarını topyekûn savunmasını bekleyecek vakit yoktur. Her şeyi devletten beklemek ya da birey olarak uçlardakilere beddua etmekten başka şeyler de yapmalıyız. Bu amaçla sorgulamaya başlayabiliriz! Kendi hayatımızdaki kadınlara, anne-eş-kız-arkadaş-sevgili, yönelik tavırlarımızı tekrar tekrar sorgulamalıyız! En ufak bir yanlışın altını çizmeli ve bunu bir daha tekrar etmemeliyiz. İşte o vakit  yer yüzünün en gelişmiş sistemi olan devlet, bireylerin elinden gelmeyenleri kendiliğinden ve ivedi olarak üstlenecektir. Bu uygulamaların kökünü kazımak için her tür yaptırıma başvuracak ve zulme uğraması muhtemel her kadına güzel bir gelecek sağlamak için bütün imkânları zorlayacaktır. Bütün bunlar yapılmazsa her yıl onlarca kızın hayatı mahvolurken biz beyhude beddualarımızı semaya yollamaya devam ederiz!

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...