28 Ağustos 2016 Pazar

Benim Adım Kırmızı




En güzel Orhan Pamuk romanlarından biri: Benim Adım Kırmızı... Yazar, "En renkli ve iyimser romanım" diye niteliyor kitabını... Bence de doğru bir tespit. Aşk, cinayet, entrika, sanat, tarih... Her şey var kitapta. Anlatıcının kahramanlar, nesneler olması ise ayrı bir güzellik katıyor kitaba. Sadece bu kitap bile yazarın ününü hak ettiğini gösteriyor bence...


22 Ağustos 2016 Pazartesi

Olasılıksız




Şu anda Adam Fawer'in OZ'unu okuyorum... Ancak kitabi eline aldığımdan beri aklım yazara ait başka bir kitapta... Olasılıksız'dan bahsediyorum... Gerçekten bu kitap roman sanatının en güzel örneklerinden biri... Bir gün, okuduğum kitapları tekrar okumaya başlarsam ilk sıra onun olacak hiç şüphesiz! 

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Türkiye: Acı Vatan!


Darbeden önce Suriyelileri vatanını terk ettikleri için kınayan, bu bahaneyle her fırsatta onları horlayan, aşağılayan insanlara çok kızardım. Siyasi fikirlerinin kendilerine çizdiği sınırın bir santim dışına çıkamayan bu insanlar empati başta olmak üzere bütün güzel kavramları hatta bizzat insanlıklarını bir kenara bırakmış, Suriyelilere saldırıyorlardı. Suriyelilere, sadece yaşamak için ülkesini terk eden insanlara…

Öfkelerinin birçok nedeni vardı elbet… Ama en çok Suriyelilerin kendi ülkelerinde kalıp vatanları için savaşmamalarına kızıyorlardı. Bizim başımıza böyle bir şey gelse, kendilerinin asla kaçmayacağını iddia ediyorlardı! 

Suriye’de olanları film izliyor gibi izliyoruz… Yetmiyor, utanmadan kara mizah sınırlarını zorlayan capslere gülüyoruz… Yetmiyor, komedi programlarından daha ciddiyetsiz tartışma programlarında sadece o capslerden yola çıkarak fikir üretmeye çalışan sözde aydınları dinliyoruz… Ve hep bir ağızdan “Niye ülkelerinde kalıp savaşmıyorlar?” diye ahkam kesiyoruz…

Sanki Suriye’de belli bir düşman var… Sanki Suriye’de “bir” düşman var… Sanki Suriye’de vatanı için savaşan kimse yok! Sanki Suriye’de düşmana karşı organize bir ordu var da millet ülkesi için savaşmaktan kaçıyor… Sanki kaçanlar zevkine kaçıyorlar!

Bu noktada Suriye'de savaşan örgütleri birleştirecek bir Atatürk'ten yoksun olmaları onlar için çok büyük eksiklik! Gerçekten Kurtuluş Savaşı'nda  o ve onun birleştirici etkisi olmasaydı, biz bu gün Türkiye olamazdık!

“Almanya: Acı Vatan” filmini bilirsiniz… Hülya Koçyiğit’in baş rolde olduğu filmde, özellikle ilk nesil gurbetçilerin Almanya’da çektikleri anlatılıyor. Film gerçekten acı bir film… Bu açıdan adını sonuna kadar hak ediyor! 

Gurbet her ne kadar zor olsa da üçüncü hatta ikinci nesil gurbetçilerin ilk nesil gurbetçilerin karşılaştığı zorluklarla karşılaşmadığı bir gerçek. Üçüncü nesil, birinci hatta ikinci nesil gurbetçilerin yerinde olsaydı, bu gün gurbetçileri birinci, ikinci, üçüncü nesil diye sınıflandıramazdık!

Yine gurbetçi yakınlarımızdan dinlediklerimiz kadarıyla Almanya da “acı vatan” sıfatını hak ediyor… Bu noktada Suriyelilere en çok yardım eden ülkelerin başında gelsek de ülkemizin de Suriyeliler için “acı vatan” olduğunu düşünmeden edemiyorum bazen.

Bahar ayında işlek bir cadde eşimle gezerken bir olaya tanık olduk. Suriyeli bir kadın, kucağında iki çocukla oturmuş,  dileniyor. Yanında yaşlı bir teyze dikiliyor. Yanlarından geçerken teyzenin onları azarladığını fark ettik. "Sizi ben mi getirdim ha? Kim getirdiyse o baksın size!" diyordu. Uzattıkça uzatıyordu. Öteki anlamadığı için mi yoksa çaresizlikten mi ses etmiyordu. Biraz uzaklaştık. Dayanamadım. Teyzeye döndüm, "Onun ne günahı var? Yardım edeceksen et, etmeyeceksen uzaklaş. Uzatma!" dedim.

Hepimiz değil tabii ki... Ama bazılarımız çok iki yüzlüyüz! Evimizi Suriyelilere iki katı fiyata kiralıyoruz, arabamızı Suriyelilere üç katı fiyata satıyoruz, iş yerinde sigortasız hem de yarı fiyatına Suriyelileri çalıştırıyoruz, adam yerine konulmayan yakınlarımızı Suriyeliler ile evlendiriyoruz... Sonra "Suriyelileri istemiyoruz!" diyoruz.

Gerçekten savaştan kaçanlar, savaşın sebebiymiş gibi davranıyoruz bazen. Oysa onlar, olsa olsa bu savaşın sonucu… Tamam, suçlu sıradan insanlar olarak bizler de değiliz. Rasyonel olarak yaklaştığımızda onlardan kaynaklanan maddi ve manevi külfetleri üstlenmek istemiyor olabiliriz. Ama söz konusu insan olunca, insan ne kadar rasyonel olabilir Allah aşkına? Şahsen Avrupa'yı Suriyelilerle tehdit etmenin bile bu güne kadar yaptıklarımıza gölge düşürdüğünü düşünüyorum. Bu kadar rasyonellik insana fazla, bence!

Ülkemizde gözü olanlar ile birlik olan hainler 15 Temmuzda bizi Suriye gibi yapmaya çalıştı. Ve sözde savaştan kaçan Suriyelileri kınayanlar o gece uyuyor numarası yaptılar… Bu insanlar bırakın tankların önünde durmayı, sokağa çıkmayı… Bir tweet bile atamadılar… Ancak günler sonra Demokrasi Nöbetlerine katılıp pilav üstü döner yemeyi ihmal etmediler! Suriyelileri horlayanların, dışlayanların iki yüzlülüğünü görünce kızamıyorum artık. "Dinime küfreden Müslüman olsa bari!" diyorum sadece. Ve acıyorum çokça!

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Sonsuz Sayılı Günlerimiz



Claire Füller'in Sonsuz Sayılı Günlerimiz adlı kitabı geçen yıl hediye olarak geçti elime... Önce burun kıvırmıştım... Ama okuyunca sıra dışı, sürükleyici ve çarpıcı bir roman olduğunu gördüm. Gerçekten bu kitap aldığım en güzel hediyelerden biri oldu!

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Lan Dili




İletişimde iki önemli kavram vardır: Biri ben dili, öteki sen dili. Ancak bunlar sadece iletişimle alakalı kavramlar değil aynı zamanda karakterimizi ele veren söyleyiş biçimleridir. Ben dili acayip büyülü bir etkiye sahiptir. Hani atalarımız “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır!” derler ya… İşte buradaki tatlı dilin olmazsa olmazı ben dilidir.

Bir kere bu dilin içinde empati vardır… Bu dil, kimseyi suçlamadan olayın bizde yaptığı etkiyi ortaya koymaya çalışır… Saldırmak, kırmak, aşağılamak yoktur kesinlikle… Bu dille kurulacak bir cümle; karşıdakini durdurur, düşündürür, azıcık yüreği varsa bin pişman eder… Muhatabını pamuk gibi eder! Denemesi bedava!

Geceleri geç saatte eve gelen oğlunuza, “Eve çok geç geldiğinde kaygılanıyorum!” deyin. Ya da doktorların bütün uyarılarına rağmen sigarayı bırakmayan babanıza “Sigara yüzünden seni erkenden kaybetmekten korkuyorum!” deyin… Ya da eşinize “Halı saha maçına gidince seni çok özlüyorum!” deyin… Sonuncusunu eşim çok kullanıyor. Üstelik işin içine kızımızı da katarak “özlüyoruz” diyor… Hedefe o kadar kilitlenmiş ki “biz dili”ni keşfettiğinin farkında bile değil! ;) Açıkçası net bir sonuç alamadı ama ekmek kuran çarpsın ki her maça gidişimde vicdan azabı çekiyorum… ;)

Sen dili de ben dili gibi acayip büyülü bir etkiye sahiptir. Ama kara büyülü bir etkiye… Tümüyle uzlaşmadan yoksun olan bu dil kırmaya, dökmeye, yok etmeye birebirdir. Hiçbir yararı olmadığı gibi hem karşısındakine hem de bu dili kullanana zarar verir. Gel gelelim ilk kullandığımız dil bu olur çoğu zaman… Kolayımıza gelen her şey gibi bu da zararlı tabii! Bu dili kullandığınızda uzun vadede kaybetmeyeceğiniz tartışma, kıramayacağınız dost, cinlerini tepesine çıkaramayacağınız insan yoktur. İşin sonunda dayak yemeniz işten bile değildir!. Denemesi bedava… (Ne olur, ne olmaz? Biz büyük harflerle yazalım: EVDE SAKIN DENEMEYİN!” ;) )

Mesela az önceki örnekte geceleri eve geç saatte gelen oğlunuza “Her gece dışarıdasın... Bu saate kadar ne yapıyorsun sen dışarıda?” deyin… Ailecek bunalıma girersiniz. Hatta bunu sabah akşam tekrarlarsanız oğlanın evden temelli kaçması bile muhtemeldir. Ya da babanıza “Sigara içerek hem kendine yazık ediyorsun hem de parana!” deyin… Küfür yemeden kurtulabilirsiniz belki ama babanızın fazladan bir sigara yakmasına engel olamazsınız. Halı sahaya giden eşinize “Bizi bırakıp maça git sen!” deyin… Yok, böyle demeyin. Bu biraz tehdit dolu oldu. İşe yarayabilir! ;)

Şaka bir yana... Ben dili iletişimde sen dilinden çok daha etkili. Ancak nedense sen dilini kullanıyoruz daha çok. Kimimiz bilgisizlikten, kimimiz üşengeçlikten, kimimiz bencillikten... Sonuçta sorunları çözmek yerine büyütmüş oluyoruz. Ancak  ben toplumumuzun bu iki dilin dışında ve sen dilinden çok daha tehlikeli bir dil daha geliştirdiğini gözlemliyorum: Lan dili!

Diğer iki yöntem gibi bu dili de hepimiz kullanıyoruz. Bu dil yukarıdaki iki dilden de faydalanıyor duruma göre…  Bu dili kullananlar kimi zaman ben dilinde olduğu gibi empatiye başvuruyor kimi zaman da sen dilinde olduğu gibi saldırıya… Anlayacağınız biraz çıkarcı bir dil. Ama öyle büyük kazançlar elde etmek mümkün değil. Gerçekten çoğu zaman saçma bir tartışmada üstünlük kurmanın dışında neredeyse hiç yararı yok "lan dili"nin… Hatta büyük tartışmalara, kavgalara, savaşlara bu dilin sebep olduğunu bile söyleyebiliriz.

Bu dilden kurtulmaksa çok zor… Ancak okumayla, araştırmayla ve belki de en önemlisi hoşgörü ile mümkün olabilir… Hoş bazen, bunlar bile işe yaramayabilir ama bunlar olmadan "lan dili"nden kurtulmak imkansız. O yüzden tehlike anında susanların bu dili kullanmayı bıraktığından emin olamayız bir süre...

15 Temmuzdaki darbe kalkışmasından önce birbirlerine hakaret eden nice siyasi vardı… Şimdi söylediklerini unutmuşlar… Muhatabına demediğini bırakmayan koca koca yazarlar bir anda şu meşhur "monşer"lerin dilini kullanmaya başlamış… ;) Öteden beri devlet büyüklerine saygısızlığı özgürlük sanan devlet memurlarının şimdiki övgü dolu paylaşımlarına değinmek bile istemiyorum...  Bırakın bütün bunları, sıradan insanlar olarak bizler bile dilimize daha hakim olmaya başladık. Bütün bu değişime inanmayan sosyal paylaşım sitelerinde kendi ana sayfalarına, eşinin dostunun paylaştıklarına, bir göz atsın. ;) Hakaretlerin, asılsız iddiaların, ahlaksız küfürlerin köküne kibrit suyu çakıldı âdeta! ;)

Gerçekten iletişimde ben dilini kullanan insanlar, hiçbir şekilde bu tarz saldırgan paylaşımlar yapmaz. Yine aynı şekilde sen dilini kullanan insanlar da hiçbir şartta saldırganlıktan vaz geçmez! Unutmamak gerekir ki kullandığımız iletişim yöntemi karakterimizi ele verir. Ve karakter bu kadar çabuk değiş(e)mez! O yüzden duruma göre davrananların "lan dili"ni kullandığını söyleyebiliriz pek ala!

Yine de... Ön yargılı olmamalıyız! Kim bilir belki de gerçekten “lan dili”ni kullanmayı bırakabilenler olmuştur… Gerçekten belki bütün bir ülke iyimser psikologlar gibi mütemadiyen “ben dili”ni kullanamayız… Ama en azından aklı başında, kalbi göğsünde olanlarımız “lan dili”ni terk etmiştir ya da edecektir… Esasen etmelidir! Aksi takdirde millet olarak daha çok darbe yeriz!

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...