Her gün bir tecavüz haberine ya da bir bombalı saldırıya uyanıyoruz... Bunlar geçekten hepimizde tramvaya neden oluyor. Kendimiz için, sevdiklerimiz için belki de en önemlisi çocuklarımız için endişeleniyoruz. Ancak bizi tedirgin eden sadece tecavüzcüler, bombacılar değil maalesef... Kimi zaman bu elim olaylar üzerine öyle cahil yorumlar yapılıyor ki âdeta faillerin sırtı sıvazlanıyor... Gerçekten tecavüz etmek, bomba patlatmak mı yoksa cahilce tecavüzcüyü korumak, bombacıyı övmek mi daha tehlikeli bilemiyorum!
Ne zaman böyle iğrenç şeyler meydana gelse hemen yasaların yetersizliğinden dem vurulur. "Sallandıracaksın iki tanesini. Bak bakalım bir daha yapıyorlar mı?" diye beylik cümlelerle de tezler desteklenir. Oysa mağdur yakınlarının yüreğini bir parça soğutmak dışında cezaların çoğu zaman suçu bastırmaktan başka bir işe yaramadığı bir gerçek. Gel gelelim durum hassas olduğu için hiç kimse de karşı çıkamaz asıp kesenlere. Nitekim böyle bir durumda ağzından sağ duyu lafı çıkan, suçlularla eş tutulur.
Sorun kanunlarımız ya da kanunlarımızın suçlar karşısında ön gördüğü cezalar falan değil aslında. Nitekim çok sert cezalar verilen ülkelerde de bu iğrenç olaylar oluyor. Yani net bir caydırıcılıktan bile söz edemiyoruz. Asıl sorun ise ahlak, sadece ahlak. Daha doğrusu ahlaksızlık!
Ahlakla ilgili çalışmalar yapan çok farklı insanlar var. Birbirinden farklı tanımlar, kuramlar var şüphesiz. Benim favorim ise Kohlberg'in Ahlaki Gelişim Kuramı'dır. Eğitimciler, öğretmenler iyi bilir. Kohlberg ahlaki gelişimin üç düzeyde gerçekleştiğini savunur. Her düzey içinde iki aşama vardır. Bu aşamaların en ilkelinden en gelişmişine doğru sıralanışı şöyle: Ceza ve itaat eğilimi, bireysellik, karşılıklı çıkara karşı alışveriş, kişiler arası uyum, kanun ve düzen eğilimi, sosyal sözleşme eğilimi, evrensel ahlak ilkeleri eğilimi.
Bizdeki sorunları çözmek için çok üst düzeyde bir evrede olmaya gerek yok. Kişinin âdeta kendini aştığı beşinci ve altıncı aşamalarda gözüm yok şahsen... Neredeyse bir hayvan gibi cezadan kaçılan, ödül peşinde olunan, sadece çıkarın peşinde olunan aşamada olmayalım yeter... Gerçekten bizdeki sorunun çözümü empatinin geliştiği üç ve dördüncü aşamada. Özellikle üçüncü aşamada...
Gerçekten empati yapabilsek birçok musibet başımıza gelmeyecek. Bu noktada empatinin tanımını yapmak istiyorum. Ancak kitabi bir tanım yerine birçoğunuzun duyduğu can alıcı bir tanım yapmayı doğruyu buluyorum. Empati: Aynı şeyi senin anana bacına yapsalar hoşuna gider mi?
Şimdi yukarıdaki tanımı Ali Ağaoğlu'nun karşısında yapsak... Ali Ağaoğlu bir an için kendi sevdiklerinin canlı bomba kurbanı olduğunu ve kendisi gibi bir sonradan görmenin bu olay üzerinden ergen esprileri yaptığını tahayyül edebilse... Ne kadar fena bir şey yaptığını fark etmez miydi sizce?
Ya da bir tecavüz olayı için âdeta "Bir kereden bir şey olmaz!" diyen bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı düşünelim... Empatiden haberdar olsa ve aynı şeyin kendi çocuğuna yapıldığını tahayyül edebilse bir an için... Yine böyle bir açıklama yapabilir miydi sizce?
Ya da "Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor.. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede!" diye maksadını aşan cümleler kuran bir rektör yardımcısını düşünelim... Empatiden haberdar olsa mesela... Milletin yerine koysa kendini... Koca koca rektörlerin kendi çocuklarını okuturken onun da dahil olduğu milletin çocuklarını cahil bırakma hülyaları kurduğunu tahayyül edebilse... Yine böyle akla ziyan cümleler kurabilir miydi sizce?
Gerçekten merak ediyorum... Aynı şeyi onların anasına bacısına yapsalar hoşlarına gider miydi?Sanmıyorum, hiç sanmıyorum!