28 Mart 2016 Pazartesi

Aynı Şeyi Senin Anana Bacına Yapsalar Hoşuna Gider Mi?




Her gün bir tecavüz haberine ya da bir bombalı saldırıya uyanıyoruz... Bunlar geçekten hepimizde tramvaya neden oluyor. Kendimiz için, sevdiklerimiz için belki de en önemlisi çocuklarımız için endişeleniyoruz. Ancak bizi tedirgin eden sadece tecavüzcüler, bombacılar değil maalesef... Kimi zaman bu elim olaylar üzerine öyle cahil yorumlar yapılıyor ki âdeta faillerin sırtı sıvazlanıyor... Gerçekten tecavüz etmek, bomba patlatmak mı yoksa cahilce tecavüzcüyü korumak, bombacıyı övmek mi  daha tehlikeli bilemiyorum! 

Ne zaman böyle iğrenç şeyler meydana gelse hemen yasaların yetersizliğinden dem vurulur. "Sallandıracaksın iki tanesini. Bak bakalım bir daha yapıyorlar mı?" diye beylik cümlelerle de tezler desteklenir. Oysa mağdur yakınlarının yüreğini bir parça soğutmak dışında cezaların çoğu zaman suçu bastırmaktan başka bir işe yaramadığı bir gerçek. Gel gelelim durum hassas olduğu için hiç kimse de karşı çıkamaz asıp kesenlere. Nitekim böyle bir durumda ağzından sağ duyu lafı çıkan, suçlularla eş tutulur.

Sorun kanunlarımız ya da kanunlarımızın suçlar karşısında ön gördüğü cezalar falan değil aslında. Nitekim çok sert cezalar verilen ülkelerde de bu iğrenç olaylar oluyor. Yani net bir caydırıcılıktan bile söz edemiyoruz. Asıl sorun ise ahlak, sadece ahlak. Daha doğrusu ahlaksızlık!

Ahlakla ilgili çalışmalar yapan çok farklı insanlar var. Birbirinden farklı tanımlar, kuramlar var şüphesiz. Benim favorim ise Kohlberg'in Ahlaki Gelişim Kuramı'dır. Eğitimciler, öğretmenler iyi bilir. Kohlberg ahlaki gelişimin üç düzeyde gerçekleştiğini savunur. Her düzey içinde iki aşama vardır. Bu aşamaların en ilkelinden en gelişmişine doğru sıralanışı şöyle: Ceza ve itaat eğilimi, bireysellik, karşılıklı çıkara karşı alışveriş, kişiler arası uyum, kanun ve düzen eğilimi, sosyal sözleşme eğilimi, evrensel ahlak ilkeleri eğilimi.

Bizdeki sorunları çözmek için çok üst düzeyde bir evrede olmaya gerek yok. Kişinin âdeta kendini aştığı beşinci ve altıncı aşamalarda gözüm yok şahsen... Neredeyse bir hayvan gibi cezadan kaçılan, ödül peşinde olunan, sadece çıkarın peşinde olunan aşamada olmayalım yeter... Gerçekten bizdeki sorunun çözümü empatinin geliştiği üç ve dördüncü aşamada. Özellikle üçüncü aşamada...

Gerçekten empati yapabilsek birçok musibet başımıza gelmeyecek. Bu noktada empatinin tanımını yapmak istiyorum. Ancak kitabi bir tanım yerine birçoğunuzun duyduğu can alıcı bir tanım yapmayı doğruyu buluyorum. Empati: Aynı şeyi senin anana bacına yapsalar hoşuna gider mi?

Şimdi yukarıdaki tanımı Ali Ağaoğlu'nun karşısında yapsak... Ali Ağaoğlu bir an için kendi sevdiklerinin canlı bomba kurbanı olduğunu ve kendisi gibi bir sonradan görmenin bu olay üzerinden ergen esprileri yaptığını tahayyül edebilse... Ne kadar fena bir şey yaptığını fark etmez miydi sizce?

Ya da bir tecavüz olayı için âdeta "Bir kereden bir şey olmaz!" diyen bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı düşünelim... Empatiden haberdar olsa ve aynı şeyin kendi çocuğuna yapıldığını tahayyül edebilse bir an için... Yine böyle bir açıklama yapabilir miydi sizce?

Ya da "Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor.. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede!" diye maksadını aşan cümleler kuran bir rektör yardımcısını düşünelim... Empatiden haberdar olsa mesela... Milletin yerine koysa kendini... Koca koca rektörlerin kendi çocuklarını okuturken onun da dahil olduğu milletin çocuklarını cahil bırakma hülyaları kurduğunu tahayyül edebilse... Yine böyle akla ziyan cümleler kurabilir miydi sizce?

Gerçekten merak ediyorum... Aynı şeyi onların anasına bacısına yapsalar hoşlarına gider miydi?Sanmıyorum, hiç sanmıyorum!


22 Mart 2016 Salı

Dalgalandığın Yerde Ne Korku Ne Keder...







Kişisel bazı işlerden dolayı bir süredir yazamıyordum. Ne zaman böyle olsa yazacak çok güzel konular gelir aklıma... Sinir bozucu bir durumdur bu. Kıran kırana bir çatışma yaşanır insanın içinde. Nasıl diyor uzmanları? "Yaklaşma-yaklaşma çatışması" mıydı neydi... Benim zihnimde de böyle durumlarda bu çatışma yaşanır her defasında. Fakat bu sefer pek öyle olmadı. Çünkü keyifle yazacak hiçbir şey yoktu.

Bu durumu Gülse BİRSEL aylar öncesinden fark etmiş. Ve Ekim 2015'te Hürriyetteki köşesinde şöyle yazmış:

"... Artık ülkede üzerinde espri yapacak bir şey bulmak zor. Bulsam, yazmaya utanıyorum. Belki siz de kahkaha atmaya utanacaksınız. Neşemizi, gülümsememizi çaldılar! Bu harikulade ülkenin şu son yıllardaki berbat vaziyetinde tüm emeği geçenler… Siz bizi güldürmediniz, Allah da sizi güldürmesin!"

Gülse BİRSEL, Türkiye'nin en iyi komedi yazarıdır bence. Buna katılmayan vardır belki. Ancak ona ait yukarıdaki satırlara katılmayan var mıdır, merak ediyorum.

Memlekette mütemadiyen kötü bir şeyler oluyordu. Neredeyse yazmaya fırsatım olmadığı için sevinecektim. Yine de içimde bir yerlerde azıcık da olsa iyimserlik olduğundan yazma fırsatı bulacağım Nisan ayına kadar ortalığın sakinleşeceğini ümit ediyordum. Hatta yazı konumu bile belirlemiştim. İçten içe ilk ikisini kaçırdığım üçüncüsüne katıldığım ve bu yıl 09-10 Nisan tarihlerinde Adana'da dördüncüsü düzenlenecek olan Adana Portakal Çiçeği Karnavalı'nı yazmayı planlıyordum. Fakat ne mümkün!

Her gün ya bir yerlerden şehit haberleri geliyor ya da beyni yıkanmış İŞİDçi, PKKlı canlı bombalar masumların canını alıyor... Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde canlı bombalar bu sefer Belçika'da ortaya çıkmıştı. Birkaç gün arayla patlayan bu bombalar âdeta terörün bütün dünyanın düşmanı olduğun ispatı aslında. Bütün bu saldırılar terörü, senin-benim diye sınıflandırmanın mümkün olmadığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Umarım Batı da bunu idrak eder, Doğu da!

İstiklal Caddesi'ndeki patlamanın ardından bombacının baba evinin balkonuna Türk bayrağı asılmış. Saldırganın ailesi olası baskılar için önlem almış belli ki. Küçük bir bayrakta bulmuş umudu... Gerçekten o bayrağın gölgesinde hepimize yer var. Yeter ki kıymetini bilelim...

Balkonda duran o küçük bayrak öyle büyüdü ki gözümde.... Nasıl anlatsam diye düşünürken bayrak şairi diye bilinen Arif Nihat ASYA'nın okuyan, dinleyen herkesin tüylerini diken diken eden Bayrak şiiri geldi aklıma. Özellikle şu bölümünü çok manidar buldum:

"Dalgalandığın yerde ne korku ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver!
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar!
Yurda, ay-yıldızının ışığı yeter."

Son olarak iki konuya daha değinmek istiyorum. Birincisi bireyler üzerinde ailenin etkisi... Gerçekten ailelerin çocuklarının hayatı üzerindeki etkisi çok büyük. Özellikle küçük yaşlarda yapacağımız yanlışlar onların bir canavar olmasına sebep oluyor. Tam da bu noktada suçun ve cezanın şahsiliği kavramı benim için tartışmaya açık oluyor. Biliyorum, pek modern bir bakış açısı değil ama bizim yetiştirdiğimiz bir çocuk dünyayı yerle bir ederken bizim de evlat acısı çekmemiz kimin yüreğini soğutur ki? Kim bilir belki de artık en azından belirli suçlarda, suçun ve cezanın şahsiliğini göz ardı etmeliyiz...

İkinci konu ise teröristlerin elindeki silahlar, bombalar... Sahi nereden geliyor bu silahlar? Kim temin ediyor bunları? Devletler pis işlere girmese, sırf para için silah baronlarına göz yummasa ve devlet dışındaki hiçbir kişi ya da örgütte silah olmasına izin vermese.... Teröristler nasıl, ne kadar terörize edebilir ki dünyayı?


Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...