17 Aralık 2017 Pazar

Bir Öğretmeni Öldürdüler!




Cehalet; 1930 yılında, yine bir Aralık gününde almıştı Kubilay'ın canını. Menemen'de, cahiller ödürmüştü onu. Hem de testere ile. Aradan onlarca yıl geçti. Ancak cehalet, yine iş başındaydı cuma günü. Bu sefer İzmir'de can aldı. Hem de pompalı tüfekle. Bu sefer kurban Ayhan Müdürdü.

İki öğrenci öldürdü onu. Böyle "öldürdü" deyince... Sanki savaştayız da Ayhan Müdürü kalleş düşman öldürmüş gibi oluyor. Ya da sanki hain teröristlerin kendileri gibi hain kurşunlarına kurban gitmiş adamcağız... Ama öyle değil. Öğrencileri öldürdü onu. Bir öğretmen için belki de en acı ölüm bu!

Sebep sorulduğunda ise "tokat" demiş zanlılar. Müdür onları daha önce tokatlamış diye tüfekle okulu basıp öldürelim demişler. Ne kadar da masum bir sebep(!) Eğer sebep masum olmasaydı öğretmeni öldürülen bir ülkede hiç olmasa öğretmenler, öğretmen sendikaları kabul edilebilir tepkiler koyarlardı ortaya.

Bu noktada dayak, taciz başta olmak üzere şiddetin her türlüsünün en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini belirtmeliyim. Çocuğa, öğrenciye, kadına, sağlıkçıya, memura, öğretmene... Şiddete maruz kalan ya da kalabilecek herkes için en üst perdeden haykırmalıyız: ŞİDDETE HAYIR! Ama öğretmenden kaynaklı en ufak bir şiddette ortalığı yıkarken, öğretmene yönelik kabul edilemez şiddete susmamak kaydıyla...

Şahsen en ağır suçlar için bile idama karşıyım. Daha önce defalarca yazılarımda nedenlerine değindim. Ama "sözde tokat attı" diye müdürünü, öğretmenini öldüren zihniyete soruyorum: Hırsızlar, tacizciler, katiller, sapıklar, teröristler, hainler hayattayken öğretmeninizi öldürmek sizi gerçekten mutlu etti mi?

Daha önce sırf işimi yaptığım için zanlılara benzer profildeki eski öğrencilerce darp edilmiştim. Öldürülebilirdim de. Ancak şanslıydım. Tüfekle değil sopalarla gelmişlerdi. Şikayetçi oldum. Mahkemede avukatları vardı onların. Benim kimsem yoktu. Ailemi bile çağırmadım. Bir şey olursa onlara da zarar gelir diye. Koruyamam diye. Kimse koruyamaz diye. Adli olarak o çocuklara bir şey olmadı. İdari olarak ise can güvenliği nedeniyle yerimi değiştirdiler. Ne yalan söyleyeyim, bu bile bir şeydi ve beni çok şaşırtmıştı.

Aradan yıllar geçti. Kendi isteğim ile farklı okullara geçtim. Şimdi bulunduğum şehirde tercih edilen bir okuldayım. Mutluyum. Okulumu, işimi, arkadaşlarımı ve öğrencilerimi çok seviyorum. Ancak öğrencilerden olmasa da farklı paydaşlardan gelen şiddete maruz kalıyoruz. Tabii burada şiddetin sadece dayak ya da öldürmeden ibaret olmadığını vurgulamak gerekiyor. Yine sadece öğretmenin yaptıklarının değil, öğretmene yapılanların da şiddet olduğunu kalın harflerle vurgulamak gerekiyor.

Sadece görevimizi yaptığımız için başta veliler olmak üzere türlü paydaşların şiddetine maruz kalıyoruz. Ve bu şiddet öğretmenden öğrenciye yönelik olan şiddet gibi ani gelişen bir şiddet değil. Öğretmene yönelik şiddet; tamamıyla sistemli, öğretmene zarar verme amaçlı, öğretmeni mutsuz etme, öğretmeni okulundan, mesleğinden hatta canından etme amaçlı oluyor.

Çocuğunu sevmeyen hatta "gırgır"dan bahanelerle döven veli en ufak bir durumda bizimle kavgaya tutuşuyor, en ufak bir isteği bile makul sebeplerle karşılanmayınca tanıdıkları aracılığıyla öğretmene had bildirmeye kalkıyor. Eşine, işine, tuttuğu takıma, desteklediği partiye hatta devlete kızan herkes hıncını öğretmenden çıkıyor. Benzer durum zaman zaman sağlık çalışanlarının başına da geliyor. Ancak öğretmenlerin daha savunmasız olduğu bir gerçek.

Bir de BIMER var, ALO 147 var. Veliler tarafından resmen öğretmen terbiye aracı olarak kullanılıyor. Esasen BIMER ve ALO 147 uygulamasına karşı değilim. Hatta bu uygulamalarla eski asık suratlı müdür ya da öğretmenlerin kalmadığını düşünüyorum. Ama asılsız çıkan şikayetler sonucunda, şikayet edenin cezalandırılması gerektiği bir gerçek. Mevcut durumda her şikayet öğretmeninin motivasyonunu düşürüyor, yaratıcılığını öldürüyor.

Ayhan Müdürün ölümü özelde incelenir ya da araştırılırsa bu şiddetin nedenine ilişkin bir sonuç alınamayacaktır. Sadece beş on yıl ceza, belki bir iki görevden alma, hiç ummuyorum ama bir iki istifa ile iş kapanır. Oysa bu iş özel değil genelde değerlendirilmeli. Çünkü çocuklarına yönelik en ufak bir şiddette öğretmeninin canını almaya hevesli binlerce veli olduğu hepimizin malumu. Anlayacağınız rahmetli müdürün ölümü toplumun öğretmene bakışının bir sonucu aslında.

Durumu "elim bir olaycık" seviyesine indirerek geçiştirirsek devamı artarak gelecektir. Araştırmalı, soruşturmalı deri incelemeler yapmalıyız. Nitekim şiddet bizim toplumsal sorunumuz. Her gün taciz, tecavüz başta olmak üzere bir sürü şiddet olayı yaşanıyor ülkemizde. Yasalarımız şiddetin karşısında bir duvar gibi yükselmedikçe cehalet daha çok canımızı alır.

Son olarak uslu birer öğretmen olup ödevleri ve notları velilerin isteklerine göre veren, kendisine en çok baskı yapan velinin öğrencisi ile özel ilgilenen, kıyafetini bile velilerinin ya da yöneticilerinin isteklerine göre seçen, usulsüz bir durumla karşılaştığında sümen altı eden, bir meslektaşı öldürüldüğünde bile sıradan bir olaymış gibi tepki veren meslektaşlarıma seslenmek istiyorum. Böyle devam ederseniz kesinlikle hayatta kalabilirsiniz. Ama kesinlikle akılda ve gönülde kalamazsınız! İş işten geçmeden bir şeyler yapmalıyız. Bir şeyler yapmazsak yarın öbür gün sudan bahanelerle öğretmenler odasına el bombası atıldığında her şey için çok geç olacak. Susmayalım, şiddete dur diyelim. Yoksa yarın öbür gün sırf işimizi yaptığımız için öldürülen biz olabiliriz!

Tabii burada sendikalara da büyük iş düşüyor... Öyle ya. Örgütlü olmak bir şeye yaramalı. Sonuçta sosyal medyada bireysel olarak hepimiz tepkimizi dile getirdik. Ancak sendika bazında öyle cılız bildirilerle hiçbir yere varılamaz. Çalıştaylar yapılmalı, toplantılar, kampanyalar düzenlenmeli, gerekirse üretimden gelen güç kullanarak eylem kararı alınmalı. Ve toplu sözleşmelere bilmem yüzde kaçlık zamlar için değil de itibar için gidilmeli...


5 Aralık 2017 Salı

Körlük




Yeni kitap önerim, Jose SARAMAGO'nun Körlük adlı kitabı... Körlük, yazarın en ünlü kitaplarından birisidir. 1998 Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan yazar, bu kitabı 1995'te yazmıştır.
Körlük, yaklaşık bir yıl önce hazırladığım "Okunacaklar" listemin en başlarındaydı. Ancak bir türlü okumak nasip olmamıştı. Araya yazarın başka kitabını da alınca büsbütün merak etmeye başlamıştım bu kitabı. Nihayet kitap elime geçti. Ve daha ilk sayfalarda kitabın ne derece çarpıcı bir eser olduğunu anladım. Gerçekten okuduğum her yeni sayfada, okkalı bir tokat yemiş gibi oluyordum.
Aslında kitabın çıkış noktası gayet basit. Sıradan bir günde insanlar durup dururken kör olmaya başlıyor... Ve zamanla bir kişinin dışında, doktorun karısı, bütün bir şehir kör oluyor. Ancak kör olan insan sayısı arttıkça sırdan olan hikaye inanılmaz korkutucu bir hikayeye dönüşüyor. Öyle bir an geliyor ki kitabı okurken kör olmayarak her şeye şahit olan doktorun karısına acır buluyor insan kendini.
Kitabı okurken kitapta anlatılan kaosu yaşıyor, insanların bu kadar çabuk insanlıktan çıkmasına hayret ediyorsunuz. Ve insanların bu denli kötüleşmesi karşısında tüyleriniz diken diken oluyor. Ancak ilginç bir şekilde kitabın bitmesini istemiyorsunuz. Çünkü kitap hikayenin korkunçluğuna ve alışılmamış bir anlatım kullanılmasına rağmen oldukça akıcı bir üsluba sahip. 
Sonuç olarak diyebilirim ki Körlük, bakış açınızı değiştirebilecek sıra dışı bir kitap. Alın, okuyun, okutturun hatta hediye edin! ;)


İyi Yazar-Kötü Yazar





11 Eylül 2017 Pazartesi

Afrikalı Leo



Yeni kitap önerim Afrikalı Leo. Kitabın yazarı, Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf'tur. Fransız dememin sebebi eserlerini Fransızca yazmasıdır. Ancak yazdıklarına bakacak olursak yazar için hem Doğulu hem Batılı diyebiliriz.

Bu kitap, yazarın ilk romanı. Ama insan okurken bunu fark etmiyor. Bunun nedeni hikayelerin çekiciliği ve yazarın akıcı üslubu. Gerçi bazı ilginç çeviriler var ama hikayeyi gölgelediği söylenemez.

Kitap gerçek bir hikayeden esinlenilerek yazılmış. Lakin öyle masalsı dokunuşlar var ki hemen sizi sarıyor. Bırakmak istemiyorsunuz. Hasan ile birlikte Granada'yı, Fas'ı, Kahire'yi, Roma'yı geziyorsunuz. Bütün inişlerini çıkışlarını yaşıyorsunuz. O sevinince siz de seviniyor, o üzülünce siz de üzülüyorsunuz. Bazen ona kızsanız da hikayeden bir türlü kopamıyorsunuz.

Kitaplıkta gözüme her çarptığında alıp yeniden okuyasım gelir. Gerçekten bittiği için üzüldüğüm kitaplardan biri. Eminim başladığınızda siz de sevecek, kitabı bitirdiğinizde ise üzüleceksiniz. 

,

Leyla-Mecnun





17 Haziran 2017 Cumartesi

Eğitim Şart!

 
  
İzmir'de evlerinin önünde oynarken kaybolan Ceylin'in sır dolu ölüm haberini duyunca hepimizin aklına taciz, tecavüz geldi. Değil mi? Olayın ayrıntıları ortaya çıkınca taciz ya da tecavüz bulgusuna rastlanmadığı ortaya çıktı. İyi ama neden aklımıza direkt taciz, tecavüz geldi. Neden? Neden olacak, bu tür şeyler ülkemizde çok sıradan da ondan, maalesef.
 
İnanmayan, halkının %99'u Müslüman olan bir topluma böyle bir sıradanlığı yakıştıramayan, bir sonraki paragrafta yer verdiğim haber başlıklarına baksın. Bu haberler, ülkemizde sadece son bir haftada yaşanan iğrenç olaylar... Son cümlemi düzeltiyorum: Bu haberler, ülkemizde sadece son bir haftada yaşanan ve "basına yansıyan" iğrenç olaylar... Yani bu haberler buz dağının sadece görünen yüzü. Daha ört bas edilen nice rezillik vardır Allah bilir! Buna rağmen her gün en az bir tane iğrenç olayı görüyoruz basında.

 "Emekli imam 5 yaşındaki kız çocuğuna tacizden tutuklandı/Denizli'de 2 çocuğa cinsel tacizden tutuklanan zanlının evi taşlandı/Doçent, yüksek lisans öğrencisi kıza cinsel saldırıdan tutuklandı/Liseli kız hastanede hamile çıktı/Tuvalet sapığı için baltalı nöbet/Yeğenine cinsel istismara kalkışan amcaya 10 yıl hapis/Kütahya'da iğrenç olay/Sosyal medyayı ayaklandıran 'metroda taciz' görüntüsü" Haberlerin içeriğini okumadım. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış bilmiyorum. Dileyen mynet'ten haberlerin ayrıntısına ulaşabilir.
 
Yukarıdaki haber başlıklarındaki tecavüzcülere bakar mısınız Allah aşkına? İmam, doçent, amca... Mağdurlar ise hep aynı... Ya çocuk ya da savunmasız kadınlar... Gerçi bu yazıyı yazarken çok acayip bir yazı ile karşılaştım. Acayip diyorum ama haberi sıfatlandıramadığım için bu kelimeyi kullandım. Zaten yazının başlığını duyunca beni daha iyi anlayacaksınız: Türkiye'de Tecavüz Mağduru Olmuş 11 Varlık... Bu listede de tecavüzcüler, yine insanlıktan çıkmış insanlar. Ama mağdurlar insanlar değil, hayvanlar hatta cansız manken, damacana, ayakkabı, rulman gibi nesneler...
 
Hal böyle olunca Ceylin'in ölümünün ardında tecavüz aramak işten bile değil maalesef. Yine içinde bulunduğumuz durumun iğrençliğinden olsa gerek akıl almaz çözüm önerilerini dile getiriyoruz. Gerçekten benzer her olayda olduğu üzere Ceylin'in ölümü üzerine herkes kadınları ve çocukları bu malum canavarlardan korumak için önerilerde bulundu. Aralarında tabii ki çok güzel öneriler de vardı. Ama benim bu yazıyı yazmama neden olan güzel öneriler değil çirkin önerilerdir.
 
Mesela bazı arkadaşlarım bir haftadır "kızları açık giydirmeyin" anlamına gelen bazı capsleri paylaşıyor. Başka bir grupsa çocukların ya da kadınların "her zaman, her yerde bulunmaması" gerektiğini ima eden paylaşımlarda bulunuyor... Bu tarz paylaşımlar suçu meşrulaştırmaktan başka bir şey değil oysa. İşin acı tarafı ise bu paylaşımları yapanlar arasında kadınlar ve eğitimciler de var.
 
Yani çocuk olmak, suç. Açık giyinmek, suç. Tenhada dolaşmak, suç. Geç saatte dolaşmak, suç. Savunmasız olmak, suç. İnsan olmak, canlı olmak hatta sadece var olmak suç. Cezası; taciz, tevavüz hatta ölüm. Artık şansınıza ne çıkarsa...
 
Hayır sanki canavarlar büyük küçük ayırt ediyorlar... Sanki otobüste, metroda tacizci yok. Sanki canavarlar sadece belli saatlerde çalışıyorlar. Sanki örtülü insanlara tecavüz etmiyorlar... Sanki canavarlar sadece insanlara tecavüz etmekle yetiniyor!
 
Çocuklarımız, kadınlarımız hatta hayvanlarımız gönüllerince yiyip, içip, giyinip, gezip tozamıyorsa bu her şeyden evvel biz erkeklerin suçudur. Ortadaki sorunun kaynağı da biziz, çözümü de! Sonuçta her gün gazetelerde "kızların tecavüz ettiği bir erkek" haberi okumuyoruz, değil mi? Suçluyu başka yerde aramak erkek egemen toplumu koruma gayretidir, maalesef.
 
Sahi çözüm demişken... Nedense aklımıza hemen idam geliyor... Yahu sorunun özü zaten şiddet. Çözümü şiddet olur mu hiç? İdam gibi cezalar suçu bastırır, bir süreliğine.  Hatta suçu işlemeye engel olmaz, sadece suçu işleyip yakalanmama konusunda arayış içine iter, bu konuda suçluyu uzmanlaştırır. Daha önceki bir yazımızda konu ile ilgili olarak şöyle yazmışız:
 
"Ne zaman böyle iğrenç şeyler meydana gelse hemen yasaların yetersizliğinden dem vurulur. 'Sallandıracaksın iki tanesini. Bak bakalım bir daha yapıyorlar mı?' diye beylik cümlelerle de tezler desteklenir. Oysa mağdur yakınlarının yüreğini bir parça soğutmak dışında cezaların çoğu zaman suçu bastırmaktan başka bir işe yaramadığı bir gerçek. Gel gelelim durum hassas olduğu için hiç kimse de karşı çıkamaz asıp kesenlere. Nitekim böyle bir durumda ağzından sağ duyu lafı çıkan, suçlularla eş tutulur.
 
Sorun kanunlarımız ya da kanunlarımızın suçlar karşısında ön gördüğü cezalar falan değil aslında. Nitekim çok sert cezalar verilen ülkelerde de bu iğrenç olaylar oluyor. Yani net bir caydırıcılıktan bile söz edemiyoruz. Asıl sorun ise ahlak, sadece ahlak. Daha doğrusu ahlaksızlık!" Yazının devamı için buraya tıklayın lütfen.
 
Sonuç olarak tacizin, tecavüzün çözümü şiddetin çözümü ile aynıdır. Şiddeti azaltabildiğimiz zaman onları da azaltacağız. Bunu da şiddet eliyle değil eğitim ile yapabiliriz... Ancak sadece okulda yapılan eğitim ile değil. Bu iş evvela ailede başlamalı. Hem de en başında. Daha çocuk doğmadan, iki kişi evlenmeye karar verdiğinde. Bilinçli ailenin temeli böyle atılmalı.
 
Bu temelin güçlendirilmesi ise sadece okul eliyle olmamalı. Okullar, camiler, spor merkezleri başta olmak üzere kadının ve çocuğun girdiği her ortamda bu eğitim mütemadiyen devam etmeli. Biliyorum. Önerimin uygulanması çok zor ve masraflı. Ama sorunun çözümünün kolay olmasını beklemek büyük hata olur. Ancak ve ancak eğitim yoluyla bulduğu ilk fırsatta eline geçen her şeye tecavüz eden bir toplum olmaktan kurtuluruz. Başkası kandırmacadır, vakit kaybıdır!

7 Mayıs 2017 Pazar

Kuantum Zekâ



Yeni kitap önerim Uğur Kalkan'ın Kuantum Zekâ adlı kitabıdır.
Yazarı kalenin içinden biridir. Öğretmendir evvela. Eğiticidir, şairdir. Müzisyendir... Ondan olsa gerek Kunatum Zekâ birçok benzerinden farklı olarak ticari kaygılarla değil entelektüel birikimle yazılan bir kitap.
Kuantum Zekâ; hayat boyu öğrenme, sürdürülebilir başarı ve sonsuz mutluluk yolunda bahanelere savaş açan bir kitap... Ancak bu kitap okudukça gaza geleceğiniz, iştahınızın kabaracağı bir kitap değil. Zaten yazar, kitabını kişisel gelişim kitabı değil sistem kitabı olarak tanımlıyor. Bu anlamda Kuantum Zekâ'nın yeni bir fikir olduğunu da belirtelim...
Kitapta desteksiz tek satır yok. Kitabın her satırı onlarca, yüzlerce saat okumanın ürünü... İleri sürülen bütün fikirler yaşamdan örneklerle destekleniyor. Yine kitapta yeni kavramlar ve fikirlerle karşılaşacaksınız... Ufkunuz açılacak. Tabii okursanız! ;)
Bu kitabın çıkmasını uzun bir süre bekledim. Çıkınca da hem yazarı hem de müstakbel okurları adına sevindim. Tabii kitabı çıkan her arkadaşım gibi Uğur Kalkan'ı da kıskanmadan edemedim. ;)
Şimdi yeni kitabı bekliyorum: Gelişim Kültürü! 


6 Mart 2017 Pazartesi

Dünya Okulu




Khan Academy'nin kurucusu Salman KHAN'ın, Dünya Okulu kitabı hem kendisinin hem de akademisinin başarı hikayesini anlatıyor.
Ancak kitabı önerme nedenim sadece bu değil tabii ki. Kitapta eğitime dair yepyeni fikirler var. Hem de bizzat yazar tarafından denenmiş ve başarıya ulaşılmış fikirler... Bunun yanı sıra eğitimin geleceğine dair ulaşılabilir başka fikirler de ortaya konulmuş... Hatta bu fikirlerden bazıları Khan Academy ile yapılan anlaşmalar sayesinde MEB tarafından ülkemizde hayata geçirilmiştir.
Siz de insanın merkezde olduğu, herkese eğitim fırsatı verildiği, öğretmenlerin rehber olduğu ve bundan keyif aldığı, öğrencilerin birbirleriyle yarışmak yerine etkileşim içinde olduğu, bireylerin kendini kişi ya da gruplara bağlı kalmadan geliştirebildiği, teknolojinin akıllıca kullanıldığı ve belki de en önemlisi öğrenmeyi öğrenmenin önemli olduğu bir eğitim istiyorsanız... Bu kitap size çok şey katacak! ;) Okuyun, okutturun! ;)


28 Ocak 2017 Cumartesi

Kızıl Nehirler




Bu günkü kitap önerim: Kızıl Nehirler!

Kızıl Nehirler, Jean Cristophe Grange'ın okuduğum ilk kitabıdır... Bu kitabı okuduktan sonra uzun bir süre hiçbir kitaptan keyif alamadım. Ondan olsa gerek kısa sürede yazarın bütün kitaplarını okudum.

Hepsi de birbirinden güzel. Hepsinde de muhteşem kurgu, akıcı üslup, sıradışı hikayeler, beklenmedik sonlar var... Ancak Kızıl Nehirler'in yeri bende bir başkadır. Okuyalım, okutturalım! ;)

Yapmaya Üşendiğiniz Şeyler





25 Ocak 2017 Çarşamba

Hadi Canım Sende! ;)




Liderler daha referandum çalışmalarına tam anlamıyla başlamadı. Ancak halkımız yapacak işi olmadığından mıdır yoksa çalışkanlığından mıdır bilinmez çalışmalara çoktan başlamış bulunuyor. Halkımızın referandum çalışmaları özellikle sosyal medyada hızla ilerliyor. Yaman tartışmaların daha doğrusu küfürleşmelerin yaşandığı sosyal medyada karışan eden yok. Hakaret etmek, iftira atmak, ana avrat sövmek hep serbest. Hatta bunlar alkışın, takdirin en kralıyla ödüllendiriliyor. Bu yolu izleyenler hitabet sanatının en iyi örneklerini sergileyen birer Cicero muamelesi görüyor! ;)

Bir sendikanın, sendika başkanı referanduma ilişkin görüşünü açıkladığı için basıldığını takip etmişsinizdir. Yine futbolcu ve sanatçı arkadaşların "Kardeşim sen de var mısın?" gibi soruları birbirlerine sorarak adeta referandum için kampanya yürüttüğü videoları hepiniz izlemişsinizdir. Hatta bazılarınız cevapları beğenmediği için haddi olmadan küfür bile etmiştir. Neyse...

Şahsen kimsenin siyasi görüşü beni ilgilendirmiyor. Ben sadece bir şeyi merak ediyorum. Murat Boz referandum için çektiği yedi saniyelik videonun sonunda "Abdulkadir sen de var mısın?" diye soruyor. Buradaki Abdulkadir kim arkadaş? Gizli bir ünlü falan mı? ;) Hayır onun fikri niye bu kadar önemli? Onun oyu ile benim oyum bir değil mi? ;) Kafamda deli sorular! ;)

Olur da biri çıkar "Kardeşim sen de var mısın?" diye sorarsa... Ki soran mutlaka olacak... "Sorannnlaraaa /soooormayaaaanlara" verecek bir cevabınız olmalı. E "Ocakta yemeğim var!" diyemeyeceğinize göre... Ben hemen size bir tane önereyim: "Hadi canım sende..." ;)

Bu cevabı İsmet İnönü, 1973 seçimlerinde sandıkta oy kullandıktan sonra kime oy verdiğini soran gazeteciye vermiştir. Devlet memurlarına, topluma mal olmuş kişilere, tarafsız olması gerekenlere, siyasetten uzak kalmak isteyen esnafa, eşe, dosta, falana, filana bu cevabı şiddetle öneriyorum! ;) Aklınızda bulunsun. Sonuçta "Hayır" da deseniz küfrü yiyeceksiniz, "Evet" de deseniz küfrü yiyeceksiniz! ;) Belki bu şekilde küfürden kurtulma ihtimaliniz olur! ;)

Bir de hatırlatma yapayım... Anayasamız insanların fikrinin zorla açıklamaya zorlanmasını yasaklıyor. Anayasanın 25. Maddesi aynen şöyle diyor: Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Tabii kimse, kimsenin kafasına silah dayayarak fikrini açıklamasını istemiyor. Ama hem "Hayır"cılar tarafında hem "Evet"çiler tarafında bir "mahalle baskısı" oluştuğunu da kimse inkar edemez herhalde. ;)

İşin şakası bir yana şahsen devlet memurlarının ya da toplama mal olmuş kişilerin açıktan siyaset yapmasını doğru bulmuyorum. Zira bu onlara fayda da sağlayabilir zarar da verebilir. Fayda sağlaması etik olmadığı gibi zarar görmesi de arzu edilmez. Ancak bu bahane ile onların, suçu sadece fikirlerini beyan etmek (!) olan insanların, linç edilmesine de sonuna kadar karşıyım! İster "Evet"çi olsun, ister "Hayır"cı... Saygı duymak ZO-RUN-DA-YIZ! Yok, bizim gibi düşünmeyenlere saygı duyamıyorsak, çok bildiğimizden falan değil demokrasi bize fazla geldiğindendir! ;)

Bak hele bak. O kadar yazdım, dalga geçtim, örnek verdim, eleştirdim, anayasadan madde gösterdim... Yazının sonunda adam hala benim oyumu merak ediyor. ;) Ne diyoruz efenim, "Hadi canım sende!" ;)

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...