21 Kasım 2018 Çarşamba

Sorunumuz Sonumuz Olmasın




Dünya acayip bir hızla acayip bir geleceğe doğru gidiyor. Bu acayiplikten ülke olarak biz de nasibimizi alıyoruz. Hatta başka ülkelerin istihkakından aşırdığımızı bile pek ala söyleyebiliriz. Ondan olsa gerek bizde acayip olaylar bitmek bilmiyor. Son olarak Necmettin Erbakan Üniversitesi Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı düşünce özgürlüğünü kullanarak "Uzay kuvvetlerini kurmanın zamanı geldi." dedi. Şaka şaka. Öyle bir şey olmadı tabii ki. Bu cümleyi ABD Başkan Yardımcısı ağustos ayında kurmuştu. Bizim Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanımız ise birkaç gün evvel "Kadınlara oy vermeyeceğim." dedi. Birkaç gün sonra da pişman olduğunu pek de belli etmediği bir açıklamayla istifa ettiğini açıkladı.

Sanatta, sporda, siyasette, sanayide, tıpta... Memlekette nereye, hangi açıdan bakarsanız bakın yukarıdakine benzer acayipliklerle karşılaşmak mümkün. Üstelik dün de böyleydi bu durum bugün de böyle. Elbette acayiplik kat sayımızda bir artış olduğunu kabul ediyorum. Ama bunu bir zaman dilimine bağdaştırmak yanlış bence. Aksini düşünen onar yıl arayla gazete manşetlerine baksın. 

Bu acayip olayların nedenini kime sorsak eğitimi işaret edecektir. Gerçekten yoldan geçen kimi çevirirseniz çevirin, neyi sorarsanız sorun bir süre sonra cümleler eğitimdeki olumsuzluklar üzerine kurulacaktır. Çünkü eğitim işini bir türlü başaramıyoruz. Ama neden? Sorun ne? Binalar mı yetersiz, öğretmenler mi kötü, öğrenciler mi çok yeteneksiz, veliler mi bilinçsiz, sistem mi sorunlu yoksa dış güçler mi bizimle uğraşıyor? Yoksa hepsi mi?

Mustafa Kemal Atatürk, Sakarya Savaşı'nda kelimenin tam anlamıyla uğrunda ölmeye hazır olan askerlerine "Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır." diyor. Bu konuya Nutuk'ta şöyle değiniyor:

“... Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmın yerine, en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Savunma hattı yoktur, savunma alanı vardır. O alan bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder.”

Bugün eğitim sistemimiz de deyim yerindeyse kısım kısım kırılıyor. Öyle ki cehaleti açık açık savunan sözde âlimlerimiz bile var. Artık eğitimde de en üst perdeden "Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır." demenin vakti geldi de geçiyor. Bunu Mustafa Kemal gibi birisinin çıkıp söylemesini bekleyen varsa bunun nafile bir bekleyiş olduğunu söylemeliyiz. Öncelikle Mustafa Kemaller öyle kolay yetişmiyor. Devamındaysa bütün sorunu çözecek bir kahraman beklemek hiç çağdaş değil. Bu noktada yeni bakanımıza da haksızlık yapıldığını, çok fazla beklenti içerisinde olunduğunu düşünüyorum. Nitekim kendisi de bu yönde ifadeler kullandı.

Bence... Sorun bizzat biziz, komple. Evet, biz! Biz kim miyiz? Biz oy kaygısıyla yapısal reformları yapmayan siyasileriz. Biz pek bir şey bilmediği hâlde bilim insanı pozisyonunda olan akademisyenleriz...  Biz eğitimi, öğretmeni, öğrenciyi düşünmek yerine siyasetçilik oynayan sendikacılarız... Biz torpille hak etmediği koltuklara oturan yöneticileriz. Biz kırk yıldır aynı yöntem ve teknikleri kullanan öğretmenleriz... Biz mesleğe başlayana kadar "Ne iş olsa yaparım." dediği hâlde işe başlayınca yan gelip yatan genç öğretmenleriz. Biz evde çocuğa uyanık olduğu müddetçe tablet, televizyon, telefon kullandıran pek sayın velileriz...

Gerçekten bizzat sorunun kendisi olan "biz" çok kalabalığız. Peki ne yapacağız? Pes mi edeceğiz? Ölmekte olan hastaya bir neşter de biz mi vuracağız? Yahut yıllardır yaptığımız gibi suçlu mu arayacağız? Sorunu kişilerde, sistemde, dış mihraklarda hatta dinde mi arayacağız? Elbette hayır. Yüzlerce, binlerce kez hayır. Eğitim sorunumuzu çözeceğiz. Aksi takdirde sorunumuz, sonumuz olacak!

Biz tıpkı Sakarya Savaşı'nda olduğu gibi hareket etmeliyiz. Bir okulu, bir mahalleyi, bir ili ya da bir bölgeyi değil tüm ülkeyi düşünerek hareket etmeliyiz. Başarısızlıkla karşılaştığımızda tek bir öğrenci bile yeniden mücadele için bize güç vermelidir. Aklımızdaki güzel şeyleri gerçekleştirmek için de öğretmen olmayı, müdür olmayı, bakan olmayı beklememeliyiz. Şartlar ne olursa olsun gelecekten ve yeni nesillerden asla umudu kesmemeliyiz. Bulunduğumuz noktada, elimizdeki imkanlarla harekete geçmeliyiz. Sadece hattı değil sathı müdafaa etmeli, o sathın da bütün vatan olduğunu asla unutmamalıyız.

Evet, sorun biziz bence... Biz ve olaylara bakış açımız, yorumlayışımız... Ama düşmanımız sadece ve sadece cehalettir. Cehalet de ancak ve ancak gerçek öğretmenler marifetiyle yenilebilir. Sorunumuzu kabul edip üzerine gitmeliyiz. Ki gerçek düşmanımızla savaşabilelim.

Çözüm için çağdaşlarımızı takip edeceğiz evvela. Onlardan esinleneceğiz. Hatta yer yer taklit edeceğiz. Ta ki bize uygun olanı bizzat biz keşfedene kadar... Elbette her kültürün kendisine has özellikleri var. Farklılıklar illa ki olacaktır, olmalıdır. Ama bazı şeyler değişmez. Mesela demokrasiden, eşitlikten, laiklikten, bilimsellikten, hukuktan ödün vermeyeceğiz. Ki başa dönmeyelim!

Son olarak tüm öğretmenlerin Öğretmenler Günü'nü kutluyor, Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün izinde giderken şehit olan ve ebediyete intikal eden tüm öğretmenlerimizi minnetle anıyorum.

16 Haziran 2018 Cumartesi

Eşref-i Mahlukat?




Arefe günü bir vahşet haberi düştü sosyal medyaya. Sosyal medyanın yalanı bol olduğu için ilk önce bu haberin de yalan olduğuna inanmak istedim. Maalesef değildi. Zaten haber kısa sürede tüm gazete ve haberlerde yer buldu kendine. Hem de olanca vahşetiyle.

Bayramdan iki gün önce Sapanca'da dünya tatlısı bir köpek, ayakları ve kuyruğu kesilmiş bir vaziyette ormanlık alanda bulunmuş. Hemen ilk müdahele yapılmış, ardından ameliyat için İstanbul'a sevk edilmiş. Ameliyattan sağ çıksa da insanların egemen olduğu ve hayvanların çaresiz kaldığı bu dünyada daha fazla yaşayamadı. Ve insanların bir daha asla canını yakamayacağı öteki dünyaya uçup gitti.

Olayın soruşturulduğu, ilk bulgulara göre de o bölgede çalışan iş makinelerinin hayvancağızı o hale getirmiş olabileceği açıklandı. Sonrasında da bir kepçe operatörünün göz altına alındığı bildirildi.

Ancak ameliyatı yapan veteriner ise farklı şeyler söyledi. Köpeğin bir kaza sonucu o hale gelmediğini, kişi ya da kişilerce bilinçli bir işkenceyle o hale getirildiğini işaret etti. Hatta balta kullanılmış olabileceğini belirtti.

Aklı veya vicdanı olan her insan gibi resmî olarak dahil olabilecek herkes bu vahşete tepkisini en üst perdeden gösterdi. Neredeyse bütün siyasiler yasaların sertleşmesi gerektiğini net olarak ifade etti. Hatta hayvancağıza yapılan bu eziyeti bir bebeğe yapılmış sayan oldu. Birçokları gibi ben de gönülden katılıyorum bu fikirlere. Hayvana yapılmış eziyet insana yapılmıştır. Ama insan sormadan edemiyor... Sert yasalar çıkarmak için geç olmadı mı biraz? Malum yıl 2018!

Şefkat dini olan İslâm'ın yanısıra akla veya vicdana ters düşmeyen bütün sistemler hayvana eziyetin karşısında... Dinimiz hayvanların hakkını gözetiyor. Her ne kadar onlara öteki dünyada cennet vaad edilmese ya da öldüklerinde melek olmasalar da... Hakları onlarca hadis ve ayetle güçlü bir şekilde garanti altına alınmış.

Ama gel gelelim insanın hayvana eziyeti bitmiyor. Hayvanları sebepsiz yere döven, asan, kesen, öldüren hatta onlara tecavüz eden... İşin kötüsü hayvan hakları konusunda dünyanın da bizden çok bir farkı yok.

Boğa güreşleri, köpek ve horoz dövüşleri, balina katliamları, fok ve domuz avları... Bunlar hayvanlara yönelik işkencelerden sadece bazıları. Acı olansa bunların sözde modern ülkelerde bile yasal olması.

Hayvanlar bizim faydalanmamız için yaratılmış olabilir. Etinin, sütünün, derisinin yanı sıra bazılarını bilim adına kullanıyor, olmadık şeyler yapıyoruz. Ama bize faydası olmayan ya da herhangi bir zararı dokunmayan bir canlıya kıymak... İşte bu sugötürmez bir vahşettir. Evet, insan her şeyin üstünde... Eşref-i Mahlukat... Ama bütün insanlar mı? İşte orası tartışılır. Malum bazıları hayvandan çok daha aşağılık.

Şahsen prensip olarak idama karşıyım. Çünkü her ne kadar idam bir sonuç olsa da şiddetin ta kendisidir. Üstelik faydasız olduğunu uygulanan ülkelerden biliyoruz. Peki ne yapmalıyız? Tabii ki şiddeti şiddetle tehdit etmek yerine eğitimi tercih etmeliyiz. Hem de en başında.

Ancak... İdam geri gelecekse... Hayvanlara işkence eden, onlara tecavüz eden, onları sebepsiz yere öldürenler de idam kapsamına alınsın. Çünkü onlar da can! Hem unutmayın... Masum canlılara kıyan caniler, fırsatını bulduğunda insanlara da aynısını yapmaktan geri durmazlar.


Dedikodu





15 Haziran 2018 Cuma

Bülbülün Kırk Şarkısı




İskender Pala bu kitabında hikâyelerin en güzelini, Hz. Muhammed'in (sav) hikâyesini, anlatıyor.

Gül olarak gördüğü Hz. Muhammed'in (sav) hikâyesini bir bülbülün gözünden en sade, en çarpıcı, en samimi biçimde işliyor. Ortaya öyle güzel bir kitap çıkıyor ki insan akıp giden kitabın bitmesini istemiyor.

Yazar, diğer kitaplarına nazaran daha sade bir dil kullanmış. Yine benzer kitaplardan farklı olarak salt kronolojik bilgi yerine kitaba roman havası katmış. Bu sayede dini bir eser değil leziz bir edebi eser ortaya çıkmış.

İskender Pala bir röportajında bu kitabı Hz. Muhammed'e (sav) hediye olarak yazdığını ifade ediyor. Zaten böyle güzel bir eser, dini hassasiyetleri olan usta bir edebiyatçının elinden çıkabilirdi ancak.

İslam'ın bilinçli bir şekilde şiddetle eş tutulmaya çalışıldığı bu günlerde alanlarında uzman kişilere teyit ettirilerek yazılan bu kitap, Hz. Muhammed'i (sav) ve İslâm'ı gerçekten tanımak isteyenler için iyi bir rehber, gerçek bir başucu kitabı olacaktır.

Okuyalım, okutturalım. ;)

29 Nisan 2018 Pazar

İlk İmza Günümüz




İlk imza günümüzü büyük bir heyecanla gerçekleştirdik. 

Beni yalnız bırakmayarak destek olan kıymetli dostlara ve yardımsever Şafak Park çalışanlarına sonsuz teşekkürler. 



10 Mart 2018 Cumartesi

Ötekilerin Hikâyesi




Yaklaşık on beş yıldır çeşitli türlerde yazılar yazıyor, bu yazıları çeşitli ortamlarda paylaşıyorum. Ancak bugün bir hayalim gerçek oldu. Kendi imkanlarımla da olsa ilk kitabıma kavuştum. 

On iki yıl önce, onca işinin gücünün arasında vakit ayırarak büyük bir sabırla ilk öykülerimi okuyan ve beni yönlendiren Tacettin ŞİMŞEK'e...



Tecrübelerini her daim paylaşarak bana destek olan editörüm Uğur KALKAN'a...
Tam da hayalini kurduğum kapak tasarımını yapan ablam Fatma KAYA'ya...
Bu kitabın basılması için bana cesaret veren Ahmet ÜNAL'a...
Destek olan eşe, dosta...
Ve hem ilk okuyucum hem son okuyucum olan güzel eşim Selda KADEM KAYA'ya teşekkür ederim. 

e kitap için tıklayınız lütfen.

Sorun





7 Ocak 2018 Pazar

Kahrolsun Bu Bilim (!)





"Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür." diye yaman bir deyiş vardır. Çok severim. Sık sık da kullanırım. Siz de bilirsiniz bu deyişi. Ama bu deyişin Sakallı Celal diye bilinen düşünür Celal Yalınız'a ait olduğunu bilmezsiniz.

Laf aramızda bu deyişin kime ait olduğunu ben de bilmezdim. Daha önce bir yazı için araştırınca öğrenmiştim. ;) Ancak bizim bu konudaki cehaletimiz, sözde bilim adına konuşanların cehaletine su bile dökemez. Gündemi takip edenler ya da sosyal medya kullananlar yazı konumu anladılar çoktan. Ama biz yine de biraz değinelim.

Efendim, yazımızın kahramanı Yavuz Örnek. İstanbul Üniversitesinde Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü hocasıdır kendileri. Hem de Yardımcı Doçent Doktordur. Evet, ne sandınız. Bilim adamı olmak, hele hele bilim adına konuşmak kolay mı? ;)

Bu bilim adamımız TRT'de katıldığı bir programda Nuh Tufanı esnasında Hz Nuh’un, kendisine inanmayarak gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için cep telefonu ile görüştüğünü, Hz Nuh'un gemisini nükleer enerji kullanarak yaptığını, Hz Nuh’un oğlunun uçan bir cisim kullandığını, gemiye canlı hayvan alınmadığını, Hz. Nuh’un döllenmiş bir dişi bir erkek yumurta sipariş ettiğini ve siparişlerin o dönemde Amerika’dan, Fransa’dan Hz. Nuh’a yollandığını, Nuh Tufanı sonrasında da gemiden güvercin yollanmadığını, uçan bir insansız hava aracı, İHA, yollandığını söyledi. İnanılmaz şeyler söylemesi üzerine program sunucusu Pelin Çift ile Dinler Tarihi alanında uzman olan Prof. Dr. Ömer Faruk Harman araya girecek olduğunda ise “Ben bilim adamıyım, bilim adına konuşuyorum.” diyerek adeta onları azarladı. Evet, tüm bunlar gerçekten oldu.

Gerçi ben hala o programda bir sosyal deney yapıldığına, böyle saçma iddiaların devlet kanalında bilimsel veriymiş gibi aktarılarak toplumdaki etkilerinin araştırıldığına inanmak istiyorum. Fakat öyle bir şey yok tabi. TRT ciddi bir kanal sonuçta. ;) Yeri gelmişken TRT'yi de kutlamak lazım. Böyle acayip akademisyenleri bulup ekrana çıkarmak her kişinin harcı değil! ;)

Bu arada bu yazıyı yazmak için bilim adamımız hakkında bir iki araştırma yaptım. Ve hocamızın Kadın Haklarına ilişkin de acayip fikirleri olduğunu hayretle öğrendim. Bir önceki cümledeki "hayretle" zarfını çıkarmak lazım. Çünkü TRT'deki konuşmasının ardından masum Türk halkı gibi benim de hocamızla ilgili herhangi bir şeye hayret edecek halim kalmadı. ;)

Gelelim hocamızın Kadın Hakları konusundaki fikirlerine... Şöyle ki Kadın Haklarının Yahudilerde en üst düzeyde olduğunu belirterek bu yüzden yaygınlaştığını iddia ediyor. Yani yine bir İsrail Oyunu ile karşı karşıyayız. Gerçi paniğe gerek yok. Kadın Hakları bizde pek yaygınlaşmadı. Malum, erkekler olarak 2017 yılında 407 kadını katlettik.

Hocamızın Kadın Haklarının yaygınlaşması sonucu doğacak sorunların çözümü için de şahane bir önerisi var. Evet demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinde yaşamasına ve bu devletten maaş almasına rağmen hocamızın bu İsrail Oyununu bozmak ve olası sonuçları bertaraf etmek için önerisi, şeri nikah! ;) Şaşıran? ;)

Hocanın kendi alanındaki çalışmaları nelerdir, başarıları var mıdır bilmiyorum. Yazı için araştırma yaparken karşıma çıkmadı. Açıkçası umurumda da değil. Çünkü bir kere hocanın kendisinin kendi alanına saygısı yok. Eğer olsaydı devletin kanalında konuşma fırsatı bulmuşken kendi uzmanlık alanı ile ilgili konuşur, uzmanlık alanı dışında akla hayale sığmaz fikirleri hem de konunun uzmanı yanındayken savunmazdı.

"Nadir bulunan şeyler değerlidir. Kör at da nadir bulunur. Kör at da değerlidir." mantığıyla bilimsel veri üretmek... Biri kibarca uyardığında da, ben olsam bu kadar zırva karşısında programı terk ederdim, "Ben bilim adamıyım, bilim adına konuşuyorum!" diye uyaranları azarlamak... Bunların hiçbirinin zerrisi dahi bilimle bağdaşmaz. Eğer bilim buysa... Daha doğrusu bilim adamı böyle olunuyorsa... En üst perdeden seslenmek lazım: Kahrolsun Bu Bilim! ;)

Sonuç olarak bilimin başımızın gözümüzün üstünde yeri vardır, olmalıdır. Gel gelelim her şeyi bilimle açıklamaya kalkmak? Bilemiyorum. Bilim henüz o kadar ilerlemedi bence. Bazı şeyler hala imanla ilgili. Özellikle dini konularda her şeyin bilimsel bir cevabı olmayabilir. Mucizedir. İnanırsınız, inanmazsınız. Ama saygı duyarsınız. Saygı duymayanın saygı duyması için desteksiz hatta tümüyle saçma temellendirmeler yapamazsınız. Yaparsanız millete eğlence çıkar. Gülerler adama, gülerler. Ve tabii savunduğunuz her şey zarar görür.

Yön tuşlarını kullanarak sayfalar arası geçiş yapabilirsiniz!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...